Peygamberimiz sefere çıkan bir adama şu tavsiyede bulunmuştur: Sana Allah’tan sakınmanı ve yüksekler çıkınca tekbir getirmeni tavsiye ederim. (Tirmizî, Deavât 47)
Bu hadisin ışığında şimdi şu soruları kendimize soralım: Arabamızla seahatte yalçın dağlara tırmanırken, sarp geçitlerden geçerken tekbir getirip Rabbimizi hatırlıyor muyuz? Uçakla seyahat ederken tekbir getiriyor muyuz? Kur’ân, uçaksız uçan kuşların tesbih ve tekbir getirdiğini söylüyor. Ya bizler, tekbir getiriyor muyuz?
On bin metre yükseklikte de uçsak, ne kadar yükselirsek yükselelim, büyüklenmek için hiçbir sebep yok. Her büyük sayılan he şeyden daha büyük Allah var. İşte herhangi bir kibre kapılmamak için, tekbir ile nefsimizin istikbarını kırmak için tekbir getiriyoruz. Yüce Allah’ı büyüklüyor ve diyoruz ki:
Allâhüekber velillahil hamd: Allah en büyüktür. Allah’a hamd olsun.
Tekbir, İslam’ın şeâirlerindendir. Yani tekbîr, İslamın temel sloganı ve alâmet-i fârikasıdır.
Namaz ve cemaat çağrısı olan Ezan tekbîrlerle başlar. Müslümanlar kutlu ibadet namaza Ezanla çağrılırlar ve farz namazlar, yine kamet denilen ezan cümleleriyle başlar.
Ezan, toplumun can güvenliğini sağlayan bir kalkandır. Zira ezan okunan bir topluma müslümanlar savaş açamazlar.
Aynı şekilde müslümanlar hayata da ezan ve tekbîr cümleleriyle adım atarlar. Zira yeni doğan müslüman çocukların sağ kulaklarına ezan, sol kulaklarına da kamet okunur. Bununla yeni doğan çocukların bu kutlu ifadeler doğrultusunda bir hayatın adamı olmaları hedeflenir.
Tekbîr, bayramların süsü ve sevinç günlerinin kutlu sözüdür. Hadiste "Bayramlarınızı tekbirle süsleyin" buyurulmuştur. Nitekim iki büyük bayram olan Ramazan ve Kurban bayram namazlarına tekbirle gidilir ve Kurban bayramı günlerinde her farz namazdan sonra teşrîk tekbirleri getirilir. Temeli tekbirle atılan, açılışı tekbirlerle yapılan bayram günlerini tekbirin ruhuna aykırı densizliklerle geçirmeyelim öyleyse.
Öte yandan müslümanların cihad ve zafer narası da tekbirdir. Müslüman mücahidler tekbir naraları atarak düşmana saldırırlar. Tekbir sadaları şeytanın ve İslam düşmanlarının korkulu rüyasıdır. Tekbir sedalarıyla savaşan bir mümin, savaş cephesinde de günahlara dalmaz, savaşta bile haddi aşmaz, taşkınlık yapmaz.
Tekbir, bir müjde ve muştu sözüdür. Nübüvvetin ilk yıllarında vahyin kesintiye uğraması ardından, Duhâ suresi ayetleriyle yeniden vahiy gelince Peygamberimiz (s.a.v.) tekbirler getirerek sevincini izhar etmiştir. Bu yüzden Duhâ suresinden itibaren, Kur’ân’ın sonunda yer alan kısa surelere tekbirle başlanır.
Hicretten sonra muhacirler ilk doğan çocukları olan Abdullah b. Zübeyr'in doğumunu tekbirlerle kutlamışlardır. Müslümanlar zafer ve sevinç anlarını da tekbirin gölgesinde kutlarlar. Tekbirle yapılan kutlamalarda günah olmaz, işret ve taşkınlık olmaz.
Yine tekbîr bir kurban sloganıdır. Adeta o bir kurban bıçağıdır. Zira kurbanlar, "Bismillâhi Allâhüekber", diye kesi-lir. Buna göre kurban sloganı tekbirle namaza duran bir müslüman, bu cümleyi söylerken, her şeyi ile Allah'a kurban olmaya hazır olduğunu söyler ve namaz içerisinde de defalarca bu cümleyi tekrarlayarak bu niyetini canlı tutmaya gayret eder. Benim namazım ve tüm ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir, sözünün bir özetidir tekbîr.
Tekbîr, en büyük Allah, demektir. Tekbîrle, Allah'ın dışındaki tüm büyüklüklerin çok küçük kaldığını görüyor, O'nun büyüklüğünün yalnızca O'na has bir büyüklük olduğunu vurguluyoruz. Namaza bu cümle ile başlayarak adeta "Evvel Allah" diyoruz ve O'nun huzurunda O'nun ölçülerine göre yaşayacağımıza söz veriyoruz. Başlangıç tekbîrini getirirken de elimizin tersiyle Allah'tan başka tüm her şeyi arkaya atıyor, mâsivanın geri planda olduğunu söylüyoruz. Tekbîrden sonra da O'nun kelamından okuyarak dilimizin ve O'nun huzurunda durup O'na boyun eğerek bedenimizin O'nun emrinde olduğunu ilan ediyoruz. Artık bunları söyleyen bir kimse, namazda ve namaz dışında O'na karşı gelebilir mi? O'na karşı büyüklük taslayabilir mi? O'ndan başkalarını O'na eş ve denk tutabilir mi?
Tekbîrle başladığımız namaz kıyam ruknü ile devam ediyor. Kıyamda Allah'ın kelamından ayetler okuyoruz. Yüce Allah'ın birliğini, büyüklüğünü söyleyen ayetleri okuyoruz, akabinden "Evet gerçekten Allah en büyüktür" deyip tekbîrle rukuya varıyoruz. Kimi zaman cennet ve nimetleri anlatan ayetleri okuyor ve bu eşsiz nimet ve güzellikleri yaratan en büyüktür, deyip rukuya varıyoruz. Cehennem ve azap bildiren ayetleri okuduğumuzda ise, O'nun azamet ve büyüklüğünü hatırlayıp O'na sığınırken yine tekbîr diyoruz. Allah'ın güzel kulları kıraatimize konu olunca, onları yaratan ve onları koyduğu ölçüleriyle güzel kılan Allah'ın büyüklüğünü tescil etmek için; yahut kötülerden bahseden ayetlere geldiğimizde onların sahte güç ve görkemlerine karşı gerçek gücün Yüce Mevlaya ait olduğunu belirtmek için yine tekbîr getiriyoruz. Cennet umudu ve cehennem korkusuyla tekbire sığınıyor ve güvencimizi onunla sağlıyor ve gücümüze güç katıyoruz. Ve tekbir, secdelere varırken de secdelerden doğrulurken de tekrarlanmaya devam ediyor. Kısaca tekbirlerle, Allah'a karşı büyüklük taslayan şeytan, nefis ve insanlardan olan tüm müstekbirlerin kibir ve istikbarına son verip yegâne güç, kuvvet ve büyüklük kaynağının Allah olduğunu teslim ediyoruz.
Müslümanlar olarak hayatımızı kuşatan tekbirleri bilinçli olarak getirebiliyor muyuz? Hayatı tekbirle anlamlandırabiliyor muyuz? Bayram tekbirlerini getirirken kendimizi tekbirle test edelim öyleyse!