Başbakan eski Yardımcısı Abdüllatif Şener, Ergenekon operasyonuyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı: Gece gündüz dinlenen telefon konuşmalarında iktidar partisiyle ilgili tek bir konuşma yok. ‘Şurda şu yolsuzluk, şu usulsüzlük var’ diye bir konuşma yok. Bunlar çok büyük hassasiyetle ayıklanmış durumda.
Ergenekon operasyonlarıyla geçirdiğimiz son haftaların ardından yaşanan gelişmeleri Başbakan eski Yardımcısı Abdüllatif Şener’le konuştuk. Karlı bir Ankara sabahında Yeni Oluşum Hareketi’nin merkezindeki odasında yaşanan olayları, duyduğu endişeyi anlatan Şener, tartışma yaratacak değerlendirmeler yaptı. Vatan'dan Gülümhan Gülten'in röportajı...
Türkiye’de gerilimi yüksek günler yaşıyoruz. Ergenekon operasyonları gündemi belirliyor. Her sabah yeni bir olaya uyanıyoruz. Toplumda genel bir endişe hakim, siz bütün bu olanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
EN BÜYÜK FELAKET: Türkiye ekonomisinin felakete doğru gittiği, bölge ülkelerde bu denli karışıklığın olduğu günlerde içerde Ergenekon davası yürüyor. Ve bu dava üzerinden toplum bölünmüş vaziyette. Hukuk dışılıkla mücadele adına ortaya çıkan bir dava ayrışma ve kavga nedeni haline geliyor. Bu bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir. Karşılıklı kin ve nefrete dönüşen ayrışma, kurumlara da yansıdığında - ki şu anda gördüğümüz tablo budur - o ülkenin hiçbir sorunu çözülmez. A ma bu kurumlar birbirine güvenmiyor bilgi paylaşmıyor, işbirliği yapmıyor yapacak ortam oluşmuyor, şu andaki tablo budur. Kavganın olduğu ortamda işbirliği değil karşılıklı kaygılar ortaya çıkar.
KAYGI VE ENDİŞE VAR: Şu anda kurumlar arasında hep karşılıklı kaygı, endişe var. Bilek güreşi var. Ben böyle görüyorum. Vatandaş olarak ben kaygılıyım. Ama bu noktada bir şeyler yapması gerekenler de bu karmaşık ortamı derinleştiriyor. Başbakan üzerinden kavga edilecek ne bulursa kavga yapıyor. Yanlış olan da bu. O kavga ortamı, kurumlar arası güvensizliği, kin ve nefreti artırıyor derinleştiriyor. Bununla oy artırmayı hedefliyor. Ayrışmayı, karşılıklı güvensizliği, kin ve nefreti sürekli derinleştiriyor. Hukuk devleti ilkelerine, demokrasi teamüllerine uygun olmayan şeyleri bir politika haline dönüştürürseniz, bu sefer güvensizlik kavga ve çatışma artar. Türkiye’nin yaşadığı budur. Son yıllarda olan bitene bakın. İşte TESK’in yönetimini değiştirmek için iktidar kanun çıkarıyor, oda seçimlerine müdahale ediyor. Benim partililerim bu odada hakim olsunlar diye çaba harcıyor. Fiskobirlik benden olsun, futbol federasyonu benden olsun, bu doğru bir tavır değil. Başbakan sırf, ANAP’ın muhalefet tarzını beğenmediği için, onu zora sokmak için bu partinin Hazine yardımını kesmek için yasa değişikliği yaptırdı. Ve ANAP’ın Hazine yardımı kesildi. Çağdaş demokraside böyle bir şey olamaz.
ÇETELERDEN YANAYMIŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR: Ben de her sağduyulu insan da, çok samimi olarak, yetki kullanarak kendilerine güç atfeden, yasa dışı eylemler yapan, suikastlere, cinayetlere ulaşan bir takım eylemleri, yani çeteleşmeyi doğru görmeyiz. Türkiye’de hukukun egemen olması gerektiğini söyledik. Ergenekon davasında da, ben bireysel olarak işin içinde çok ciddi şeyler olduğunu düşünüyorum. Böyle bir konuda iktidar da muhalefet de yargı, aydın gazeteciler vatandaşlar da birlik ve beraberlik içerisinde olması gerekir normalde çünkü hepimiz çeteye karşıyız. Ama tam tersi. Siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler, daha da önemlisi yargının daha büyük bir kısmı eleştiriyor. O zaman bir sorun var demektir.
BİR GARİPLİK VAR: Yani bir olay üzerine gücü elinde tutanlar, süreci yönetenlerin, iktidarın da, bunun üzerinden birilerini dövmeye sindirmeye çalıştığı görülünce, hissedilince bu sefer ülkenin birlik beraberlik olması gereken bir konuda ayrışma oluyor. Bu davanın yürütülüş biçimine karşı olanlara sürekli çetelerden yanaymış gibi eleştiriler yöneltiyorlar. Aslında bu davanın sağlıklı olarak yürümesini arzu edenlerin, bu süreç üzerinden birilerini tokatlamaya dönüştürenleri eleştirmesi gerekir. Düşünebiliyor musunuz, davada ismi geçenlerin ortak özelliği iktidar partisine karşı olmak. Şu ana kadar istisnası çıkmadı. Belki de hepsinin tek ortak özelliği mevcut iktidar partisine karşı olmak. Bunda bir gariplik var gibi geliyor bana. Ayrıca bu iktidar partisine karşı olan, içeri alınan ve dava kapsamında isimleri geçen isimler sürekli dinlenmişler. Peki bunların o gece gündüz dinlenen telefon konuşmalarında iktidar partisi, Başbakan ve onun çevresiyle ilgili eleştirileri tek bir konuşmaları yok. Yani şurda şu yolsuzluk, usulsüzlük var. Şurda şu kanunsuz işi yaptılar gibi konuşmaları tek satır yok. Çünkü bu siyasi polemik konusu olabilir, basına yansıyabilir, siyaseten yıpratıcı bir nitelik taşıyabilir kaygısıyla, bunlar çok büyük bir hassasiyetle, ama çok büyük bir hassasiyetle ayıklanmış durumda.
GÜNEY İKTİDARI KIZDIRMIYOR: Şimdi Tuncay Güney’in 2001 yılına ait mi, yoksa 2005’tan sonraya ait mi olduğu belli olmayan o bantları yayınladılar. Herkese bir çamur var. Şu anda dava kapsamına alınmamış bir çok kişinin ismi bile bir şekilde geçiyor. Ama iktidarı ve çevresinde yakınında olanları rahatsız edecek bir ifadeyi görmüyoruz. Sayın Baykal’la ilgili bile kabul edilemeyecek şeyler söylüyor, tüm eski Genelkurmay başkanları askeri yetkililerle ilgili şeyler var. Ama iktidarı ya da yakınlarını rahatsız edecek bir şey yok.
Başbakan’ın beni görüp geçmesinin benim açımdan değeri yok
Geçtiğimiz günlerde, Kocatepe Camii’nde Başbakan size selam vermeden geçti. Gördü, görmedi denildi. Ama siz bunu nasıl yorumladınız?
Prensip olarak siyasette kişisel kırgınlık küskünlük olmaması gerekir. Siyasetin toplumsal sorumluluk boyutu vardır. Kişisel kırgınlıklarla siyaset olmaz. Siyasetin ülke çıkarına yapılması gerekir. Birini seversiniz sevmezsiniz ama onunla her zaman diyalog içinde olma sorumluluğu vardır. Doğru, selam vermeden geçti Başbakan. Ben görüp görmediğini bilmiyorum. Ama size şunu açıkça söyleyeyim: Başbakan’ın beni görüp mi geçti, görmeden mi geçtiğinin benim için hiçbir değeri yoktur. Bir siyasetçi hoşlandığı yada hoşlanmadığı açıklamalardan dolayı rahatsız olmamalıdır.
Başbakan’ın istemediği kimse atanamaz
Hükümet eleştirilere karşı “Bu bizimle ilgili bir konu değil, polis ve savcının işidir” diyor. Sorumluluk taşımadığı vurgusunu yapıyor. Sizce böyle mi peki?
Hukuk düzenimizde kurumlar birbirinden kopuk değildir ki, savcılık güvenlik birimleriyle çalışır. Teknik takibi emniyet yapar, emniyet içişleri bakanı ve dolayısıyla Başbakana bağlı. “Amanın hiç bizimle ilgisi yok” demek uygun birşey değil. Bizim hukuk düzenimiz bu zaten. Bırakın Emniyet Genel Müdürü’nü, İl Emniyet Müdürleri için bile, Başbakanın istemediği kimse atanamaz. Kararnameyle atanır.
Tüm dinlemelerin tepesinde Başbakan’a bağlı bir birim var
Toplumun hemen her kesiminde dinleniyorum endişesi var. Siz de dinleniyor musunuz?
Bu ülkede yaşayan hiçkimse ben dinlenmiyorum deme şansına sahip değil. Siz de dinleniyorsunuz. Ben de dinleniyorum. Bunu böylece kabul etmemiz lazım. Bakın yasayla, telekomünikasyon iletişim kurumunda, dinlemeleri organize eden bir birim oluşturuldu. Bu birim doğrudan Ulaştırma Bakanı ve Başbakan’a bağlı onların kontrolünde bir birimdir. Yasal olarak dinleme yapan Emniyet istihbarat, MİT Jandarmanın dinlemelerini de dinleyen, onların dinleme taleplerine de cevap veren bir kurumdur. Ve hükümet tarafından sonradan oluşturuldu. Özenle seçilen elemanlarla donatıldı. Yani demokratik bir toplumda siyasetle bu derece bağlı olabilir mi? Bu tartışılmalı. Demokratik bir ülkede, meclis çoğunluğuna sahip olmak, her türlü düzenlemeyi yapma hakkı verir mi?
Yaşananlardan sonra, ilgili ilgisiz herkes bir sabah benim bile kapım çalınabilir diyor. Siz de böyle düşünüyor musunuz?
Ben bu tip şeylere takılmam. Ama burası Türkiye, Türkiye’de her şey olur. Düşünün bir ülkede insanlar birbirleriyle rahat konuşamıyor, fikirlerini rahatlıkla paylaşamıyor, bu ülkede çözüm üretilebilir mi herhangi bir soruna? Bu baskı altına alınmış vaziyette Türkiye’de. Bakın Türkiye’deki tüm çeteler temizlenmelidir. Hukuk devletinin gereklilikleri içinde bunun bitmesi lazım. Ama bunun üzerinden sistematik bir operasyona dönüşür, bu yaygın bir kanaat haline gelirse, çeteleri yok etme amacı bir başka çeteyi oluşturur. Bu daha büyük bir risk oluşturur. Ve tek çeteleşmenin Ergenekon olduğunu da söyleyemeyiz Türkiye’de. Şimdi ben envanterini çıkarmaya kalkmayayım. Yani imar çeteleri, kamuda yıllardır bir türlü önlenemeyen, yolsuzluklarla kurulan oluşturulan yasalarda olmayan yetkileri kamu gücüyle kullananlar... Ama maalesef bunlar çökertilemiyor.
Haksız zenginleşmelerle güçlenerek devam ediyor. Geçmişte tüm aydınlar , siyasetçiler, düşünürler, susurluk nedeniyle gündeme gelen olayları hatırlayın, hepsi karşıydı ve birlik halindeydi. Şimdi neden birlik olamıyor? Süreç, konunun önemine uygun hassasiyetle sürdürülüyor mu? Bu süreci doğru bir şekilde tamamlayabilmenin yolu, bunu hukuka uygun, doğru yönetmekten geçer.