Ağabey seni çok, ama çok özlüyorum...
1981 yılı güz aylarıydı. Konya İmam Hatip Lisesi son sınıfında Tefsir ve Kuran-ı Kerim derslerinden bütünlemeye kalmıştım. Edebiyata olan tutkum yüzünden o günlerde Ali İhsan Vatankurtaran'ın sahibi olduğu Anadolu'da Bugün Gazetesi'nde "Talebe Kalemler" bölümünde makele yazmaya çalışıyordum. Gazetenin başında ise rahmetli Orhan Samur ağabey vardı. Zaman zaman beni haberlere gönderirdi. Parasız pulsuz koştururduk.
Bir gün, o günün Mevlana Caddesi üzerindeki Cafe Bulvar'da rahmetli ustam Mehmet Gazel ile tanıştım. Bana, "Canavar, gel benim çırağım ol. Sana her ay para veremem. Ama, cebimdeki harçlığı bölüşürüz. Şimdi cevap verme, yarın Yeni Meram'a gel, kararını bildir" dedi. Sevinçten deliye dönmüştüm. O gece uyuyamadım. Sabahı iple çektim. Yeni Meram Gazetesi'ne gittim, "Mehmet Gazel abiyle randevum var. Onunla görüşecem" diyerek, rahmetlinin çıraklığı için ilk adımı attım. O günden sonra 1 Nisan 1985 tarihine kadar çıraklık yaptım. Bu arada kendisi beni Yeni Meram Gazetesi'nde de kadroya aldırdı. Polis, adliye, hastane, stadyum haber kovalamaya başladım. Yazdığım haberler, çektiğim fotoğraflar Hürriyet Gazetesi'nde gündem oluşturuyordu. Haber ve fotoğrafların altında "Mehmet GAZEL" isminin yayınlanması en büyük onur kaynağımdı. Çünkü, o benim ustam, ben çıraktım. Daha kalfa olmamıştım. Hürriyet Haber Ajansı Konya Bürosu'nun resmen açılmasıyla birlikte stajyer muhabir kadrosuyla buraya geçtik. Sevgili ustamın verdiği vize ile ürettiğim haberler ile çektiğim fotoğraflarda imzam çıkmaya başladı. O benim ustamdan öte ikinci babamdı. Aramızda sır yoktu. Tüm sorunlarımı bilir, bende onun evinin dışında yaşadıklarının tanığı ve ortağıydım.
1981 yılında Konya İmam Hatip Lisesi'nde bazı meslek öğretmenlerinin statükolarını aşamadığım için alamadığım diplomayı 1984 yılında Bozkır İmam Hatip Lisesi'nden aldım. Gönlümde, hukukçu olmak yatıyordu; bu nedenle üniversite sınavında, ilk sıraya Konya'ya yakın olan illerdeki Hukuk Fakülteleri'ni yazdım. Ama, başarılı olamadım. Dershaneye gitmem gerekiyordu. Ailem dar gelirli olduğu için masrafları karşılayamadım. Kendimi ustamın çizdiği yolda, onun denetiminde ve gözetiminde haberciliğe verdim. O günlerin kamuoyunu izleyenler iyi bilir ki, ülke genelinde gündem olacak yüzlerce habere imza attık. Bazen gençliğin verdiği hırçınla hatalar yaptık. Babamdan yemediğim dayakları ustamdan yedim. Ama, hiç kızmadım, kırılmadım. Çünkü, Bozkır'ın çocuğu olduğunuz zaman, ustayı baba bilmek gerekirdi. Hürriyet Haber Ajansı'nın Mevlana Caddesi'nde başlayan habercilik yolculuğu, Çeşmeli Çarşı'nın oradaki büroya, sonra da Vatan Caddesi'nde geçtiğimiz günlerde boşaltılan ofise taşındı.
Bizim hayatımız haberdi, fotoğraftı, röportajdı. Sen, "Haberi objektif yazacaksın, bu şehrin hukukunu koruyacaksın. Reklam kokan ve kamuoyunun bu kanıya varacağı haberlerden uzak duracaksın" derdin, hep bana. Bana öğrettiğin meslek ilkelerine hiçbir zaman ihanet etmeyen son çırağın olarak, seni anlatacak kelime, cümle bulmakta zorlanıyorum ağabey. Aramızdan 17 Haziran 1997 gecesi ayrıldın. Ölümünün üzerinden tam tamına 10 yıl geçti ağabey. Senin, benim tanık olduğum meslek yaşamında kızdığın tipler, tepki gösterdiğin yüzler hala aynı kafayla yürüyorlar.
Beni soracak olursan, senin gülbahçesinde koltuğunu emanet ettiğin habercilikle ilgisi olmayan, fotoğraf arşivin başta olmak üzere büro içerisinde tüm hatıralarını çöpe atan, ofisi haber merkezi yerine, dedikodu üretme ve yayma mekanına dönüştüren, ajans merkeziyle telefonla bile konuşurken ceketini ilikleyerek korkudan titreyen , “42” plakadan utandığı için otomobiline dün “06”, bugün ise “35” plaka taktıran “laylaylom” beyefendinin (!) oluşturduğu bataklıkta çırpınmaktan çırağım olamadı. Size emekliye ayrılırken verdiğim söz gereği şeflik tercihinizi sorgulamadım, sorgulatmadım. Çünkü, kalbim çürük çıktı ağabey. Ama, beynimde senin öğrettiğin ilkeleri hiçbir zaman unutmadım. Senin unutulmamana katkıda bulunan İhsan Kayseri ağabeye minnet ve şükran duyuyorum.
Ahh, ağabey, ah...
Niye erken gittin?
Benim, genç meslektaşlarımın, Konya'nın, Konyalının sana ihtiyacı vardı.
Canavarın, senin şokladığın beyni, engelli bedeni, çürük kalbi ile senin mücadele ettiğin saman çöpleriyle baş edemiyor artık.
Ahh, ağabey, ah...
Senin 1984 yılında bugünün parasıyla 100.000 YTL'yi bulan ödemenle yaptığın basın baloları yapılmıyor artık.
Ahh, ağabey, ah...
Senin bu şehre kazandırdığın ilk renkli Bayram Gazetesi'nin heyecanı yaşanmıyor, mesleki yarışmalar yapılmıyor artık.
Ahh, ağabey, ah...
Meslektaşlarımızı bir sorunu oluştuğu zaman Gazeteciler Cemiyeti yöneticileri korumuyor artık.
Niye erken öldün be abi.
Tevfik ve Ömer Gazel abileri görmek bile senin özlemini gidermiyor.
Kalbim çok yoruldu.
Senden bunca yıldır rüyamda bile, "Canavar, bu fotoğraflar haberin ruhunu yansıtmıyor..." fırçalarını yiyorum. Uyandığım zaman, seni yanımda bulamayınca hıçkırıklara boğuluyorum.
Bu kadar erken ölecek ne vardı?
Bu şehirde ölmesi gereken o kadar adam var ki. Seni görünce 100 metreden ceketlerinin düğmelerini ilikleyenler (!) fıçı gibi şiştiler abi...
Sen iyi bir baba, Konya'ya bağlılığın yüzünden genel müdürlükleri, yönetim kurulu üyeliklerini, milletvekilliğini elinin tersiyle iten adam gibi adamdın abi. Beni, çok ezmene rağmen ustaların en büyüğüydün.
İdolümdün benim. Bu şehrin markasıydın, gerçeğiydin, yürüyen haber kaynağıydın. Senin, sarığına leke getirmeyen en son çırağın olarak yakında toprak altında çok kritikler yapacağız gibi geliyor bana. Nur içinde yat. Mezarın cennet olsun...
Not: Beni ve Mehmet Gazel'i tanıyanlar, bu cümlelerimin ölen bir ustaya yağ için yazılmadığını iyi bilirler. Ağabey, seni çok, ama çok özlüyorum. Bizde evlendik, çocuk sahibi olduk. Senin adın bugün İsmail Gazel'in oğlunda yaşıyor. Küçük Mehmet Gazel senin ismini yaşatıyor. Allah, Adalet ablamın, sevgili kızlarının, doğan ve doğacak olan torunlarının ve tüm yakınlarının ömrünü uzun etsin.