Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'ın göreve geldiği zamanda Akşam gazetesi alaycı bir üslupla eşi Duriye Yılmaz'ın evinin kapısında çekilmiş fotoğrafını basarak yaşam tarzlarıyla adeta dalga geçercesine 'Merkez'in First Lady'si' manşetini kullanmıştı. Durmuş Yılmaz'ın veda ettiği bu günlerde günah çıkarma sırası da geldi. Geçtiğimiz günlerde Ertuğrul Özkök o dönem yaptığı aynı yayın anlayışı için 'Zifte bulanmışız, özür dilerim' demişti.
Özkök'ün özrünün ardından Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı, Özkök'ün özrünü olumlu bularak eklemişti o manşeti ilk haber yapan biri daha vardı. Dönemin Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut. Alçı eski yöneticisi için 'Yüzün kızarıyor mu, yoksa hala manşetin arkasında mısın?' diye sormuştu.
Bu soruya Habertürk yazarı Serdar Turgut'tan cevap gecikmedi. Turgut özür dilemek bir yana yaptığını savunarak 'Bugün olsa yine basardım' dedi.
İşte o yazı:
Siyaseten doğrucu düşüncenin insanları toptan aptallaştırarak alt düzeyde eşitlediği günümüz Türkiye'sinde gazeteci gibi düşünmek yerine basın savcısı gibi düşünen bazıları, bulurlarsa güncel olanla, bulamazlarsa geçmişe gidip bulduklarıyla birtakım hesaplaşmalar yapmaya çalışıyorlar. Bunlara yaptığımız işi "bu gazeteciliktir" diyerek tartışmayı bırakmak yetecekti ama madem onlar açmakta ısrarlı bazı konuları zevkle de tartışmalıyız.
Şimdilerde günün konusu Merkez Bankası Başkanı'nın evinin önünde duran ayakkabıların ön plana çıktığı resim oldu. Ertuğrul Özkök o günlerde o resim hakkında yazdığı bir yazı için özür diledi. Ve Türkiye'de yaşayan nerdeyse bütün olumsuzlukları ona bağlamak eğiliminde olanlar bu özürden sonra da ona yüklenmelerini sürdürdüler.
Derdim hiç Özkök'ü savunmak filan değil tabii ki... Sadece o fotoğraf benim yayın yönetmenliğini yapmakta olduğum Akşam Gazetesi'nde manşet olarak yayınlanmıştı. Fotoğrafı abartmadan sayfaya yayarak üstüne de "MERKEZ'İN FIRST LADY'Sİ" manşetini atmıştık.
Bu manşete sinirlenenler o fotoğrafın yayınlanmamasını istediklerine göre fotoğrafta hoşlanmadıkları bir yan olmalı ama bunu açıkça söylemiyorlar.
Ben o günlerde o manşetimiz hakkında yazı yazmamıştım diye hatırlıyorum.
Yazmamıştım çünkü fotoğraf denilebilecek her şeyi kendi başına söylüyordu.
Fotoğraf sadece o dönemde değil ama bugün de önemini daha da artarak sürdürüyor.
ESTETİZE BİR YAŞAM TARZI
Hatırlayan var mı bilmiyorum ama ben Akşam'ın yayın yönetmeni olduğum günlerde kendime modernizm ile muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin sentezi üzerinde düşünmeyi hedef koymuştum. Gazetedeki arkadaşlar bununla biraz dalga geçerek beni "3 M yayın yönetmeni" olarak ilan etmişlerdi. Modernizm ile muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin sentezi çok önemliydi aslında. Bu sentez yapılamadığından, muhafazakârlığın modernizm boyutu eksik bırakıldığından bugünkü birçok aksama ve gereksiz bayağılıklar ortaya çıkabiliyor.
Benim için o fotoğraf bir hayat tarzında modernizm boyutu eksik olduğunda neler olabileceğini gösteriyordu. Bu tür konulara kafa yormayanlar ve muhafazakâr veya milliyetçi olmanın kendilerine yetebileceğini düşünenler eksikliklerini ve yanlışlarını kendi hayat tarzlarında bolca dışa vuruyorlar.
Muhafazakâr olmak veya inançlı olmak insana şahsına ve ailesine ilişkin düzgün davranışları tamamen bir kenara bırakmak karinesi vermez.
MUHAFAZAKÂR OLMAK NE DEMEKTİR?
Birçok insan çağımızda inançlı olmak, muhafazakâr olmak ne demektir ve bunların getirdiği yaşam tarzını modernizm ile nasıl bağdaştırırız diye düşünmediklerinden ve kendilerine en kolay geleni otomatik yaptıklarından modernizmi tamamen silip muhafazakârlığa özgü sembollerle yaşamakla yetinebiliyorlar.
Muhafazakâr olmak, inançlı olmak bir insana kişisel bakımına uymama hakkını vermez. Ne de bu tür bakımsızlıklar geleneğimizde vardır. Fakir olmak da gerekçe olmaz. Çünkü elinden geldiğince düzgün yaşayan elinde olanla estetiği kuran fakirler de var.
Estetik yoksunu bir hayat sürmek Anadolu geleneğinde de yoktur. Çoğumuz herhalde fakir evlerinin içi mis gibi kokan, dantelleri kar beyazı olan köy evlerini hayatımızın bir anında görmüş olmalıyız.
Estetikten uzak yaşam itinasızlık ne bir geleneğin ne de muhafazakâr yaşamın bir gereğidir. Ama maalesef bugünün Türkiye'sinde insanlar kendi zevksizliklerini ve itinasızlıklarını bir ideolojinin gereği olarak anlatıyorlar ve kitleleri de bu yönde yaşamlara ikna ediyorlar. Artan muhafazakârlık nedeniyle modernizm yaşamımızdan iyice çıkıyor, estetik hayatta iyice yok oluyor.
MUHAFAZAKÂR YAŞAM ESTETİĞİ
Oysa bu kaçınılmaz olan bir şey değil, modernizm ile muhafazakârlığın sentezi üzerinde düşünebilseydik hem muhafazakâr bir yaşam sürüp hem de hayatımıza estetiği ve zevki sokabileceğimizi görecektik.
Ben o fotoğrafı bugün yayın yönetmeni olsaydım tekrar basardım ve hatta bir de yazı da yazardım üstüne.
O fotoğraf bana göre, muhafazakâr bir ailede olmaması gereken itinasızlığı ve estetik yoksunluğunu sembolize ediyordu. Bunun Merkez Bankası gibi global dünyanın tam merkezinde yer alan bir kurumun başındaki insanın evinde olması olayı daha da acıklı ve genelde tırmanan zevksizlik ortamı açısından çok da teşvik edici yapıyordu.
Bu gibi konulara kafa yormak öncelikle benim gibi muhafazakârlıkla alakası olmayan insanlara bırakılmamalı; muhafazakâr olanlar arasındaki bilgili kültürlü insanlar hayat estetiği üzerine çok daha yoğun düşünmeli.
Aykırı bir şey söylemenin baskı altında tutulduğu ve vasat olan fikir üzerine anlaşarak alt düzey dengesinde eşitlenmenin ön plana çıkarıldığı günümüz Türkiye'sinde topyekûn bir aptallaşma sürecine girildi. Bu süreçte aslında fotoğrafta görülen ev türü evlerin mahallesine bile uğramayacak bazı insanlar, siyaseten doğrucu yazılar yazabilmek için duyguları ve düşünceleri hakkında korkunç yalanlar söylüyor ve kitlesel düşünce baskısı ortamına katkıda bulunuyorlar.
Hayat tarzları üzerine konuşalım, hayatımıza estetiği nasıl elbirliğiyle koyarız diye tartışalım ama birilerini sadece muhafazakârlar diye, dindarlar diye bu tür kaygılar dışında tutmak zorunluluğunda olmadığımızı da bilelim. Siyaseten doğrucu çetelerden ürküp doğruları tartışmaktan kaçınmak Türkiye'nin sosyal intiharına katkıda bulunmak anlamına gelir.
Habertürk