Farkında mısınız sermayemiz gidiyor. Yaşadığımız her an, bizimle asla geri gelmemek üzere vedalaşıyor. Bakın duvar saatinize veya kol saatinize, saniyenin veya dakikanın geri döndüğünü gördünüz mü hiç? Asla göremezsiniz çünkü aslında o akıp giden saatin ibresi, saniye falan değildir, ömrünüzdür. Zaman göreceli bir kavramdır, uzaya çıkarsanız farklı işler ama uzaya da çıksanız aldığınız her nefesle ömrünüzün birazını daha geride bırakıyorsunuz.
Bir an geçmişinizi düşünün, daha dün gibi geldi değil mi en eski hatırladıklarınız bile. Yaşınız kaç olursa olsun bu hep böyle olacak. 20 yaşındayken de bitirdiğiniz ömrü “daha dün gibi” diyerek hatırlayacaksınız, 60 yaşındayken de.
Peki bu akıp giden ömür, tükettiğimiz bu sermaye ne içindir? İçinde yüzme havuzu olan evler için mi? Gemi gibi arabalar için mi? Gösterişli elbiseler, sonu tuvalette biten yemekler için mi? Elbette hayır. Bütün bu sermaye yani ömür dediğimiz yaşam süresi AHİRET içindir. Çünkü asıl mekan orasıdır, esas evimiz oradadır. Gerçek hayat oradadır.
“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” diyor Rabbimiz Ankebut Suresi 64. Ayetinde mealen.
Peki ne yapıyoruz ve ne yapmalıyız. Ne zaman biteceğini bilemediğimiz bir ömrümüz var. Belki bu yazıyı bitiremeden öleceksiniz. O halde ne yapmalıyız da sermayeyi kediye yüklemeden amacına uygun değerlendirmeliyiz.
Öncelikle yanlışlardan bir dönmeliyiz galiba. Mesela, dört başını mamur etmeye çalıştığımız bu dünyayı, şöyle uzaktan bir seyretmeliyiz. Bakın bu kendinize yurt edindiğiniz dünya nasıl bir yer: İbn Mace ve Hakim’in naklettiği hadiste:
Bir gün Rasulullah, yol kenarına atılmış bir koyun ölüsü görür ve ashabına sorar: “Ne dersiniz, bu koyuna kaç dinar verirsiniz?”
Ashab: “Ey Allah’ın Rasulü, biz kulağı da kesik olan bu koyunun dirisine bile para vermeyiz ki ölüsüne versek” deyince Rasulullah şöyle buyurur:
"Canımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederek söylüyorum;
Allah katında dünya, bu ölü koyunun sizin yanınızdaki değerinden daha değersizdir. Şayet Allah dünyaya bir sivrisineğin tek bir kanadı kadar bile değer verseydi, yeryüzünde yaşayan tek bir kâfire bir yudum su bile vermezdi." (Tirmizi)
Peki biz Allah katında değersiz, bizim için de bizi her an terkedebilecek bu dünyaya nasıl muamele ediyoruz? Ne yazık ki biz ona sıkı sıkı sarılıyoruz. O dünya ve içindeki dünyalıklar için Allah’ın emirlerini terk ediyoruz, yasaklarına ise koşa koşa sarılıyoruz.
Allah aşkına, düşünün ki bir trenle yolculuk yapıyorsunuz. Tren bir istasyonda yarım saat mola verdi. İnip te mola verilen yeri onarmaya, ekip dikmeye kalkar mısınız? Orası için uğraşır, riske girer misiniz? Hayır dediniz değil mi? Ama yapıyorsunuz. Şu imtihan olan dünya hayatında sizi yaratan ve dünyaya gönderen Allah’ın haramlarına dalıp, emirlerinden kaçıyorsunuz. Oysa ölüm dediğimiz veda gerçekleştiğinde bu dünyada bir gün veya bir günün az bir kısmı kalmışız gibi gelecek ki gerçek hayatımıza göre bu böyledir.
O halde gelin, öldüğümüz zaman bize “eyvah” dedirtecek bir hayat yaşamayalım. Biz her ne kadar unutsak ta her anımızı yazan iki melek var sağımızda ve solumuzda. O kitap açıldığında ise bakın ne diyecekmişiz: “…“Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf Suresi, 49. Ayet Meali)
Peygamberimiz bir hadisinde buyuruyor ki:
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”
“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de,
“Evet ben de; meğer ki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun.” (Buharî, Müslim)
O halde Allah’ın rahmetini celbedecek amellerde bulunalım. Öncelikle farzları yerine getirerek, şirkten ve kul hakkından kaçarak, haramlardan uzak durarak. Yaşadığımız her an karşımıza gelen her olayda iki seçenek vardır: Allah’ın dinine uygun hareket etmek veya Allah’ı önemsemeden hareket etmek. Biz Allah’ı aklımızdan hiç çıkarmadan yaşarsak elbette Rabbimiz bize zulmedecek değildir.
Bakın bir hadiste Peygamberimiz ne diyor:
"Fâhişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak köpeği suladı.
Bu sebeple kadın mağfiret olundu." (Müslim)
Görüyorsunuz, fahişe bir kadının bir köpeğe su vermesi Allah’ın rahmetini celbediyor.
Bir başka hadiste ise: "Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı."
(Buharî, Müslim)
Gördünüz işte birinde su verilen köpek, diğerinde hapsedilen kedi. Ama cennet ve cehenneme sebep olabiliyor. Sonuç: İyi insan olmak lazım. İbadetimizin yanısıra günlük hayatımızda da Allah’ın rızasına uygun yaşamak lazım. Arkamızdan insanları iyi konuşturmak lazım. Şimdi bu hadisleri okuyup ta kimse faiz parası yemesini temize çıkarmak için koşa koşa köpek aramasın su vermeye. Allah kalplerimizi biliyor kalplerimizi. Hani deriz ya “ciğerini bilirim ben senin” diye. Biz bilemeyiz ama Allah ciğerimizi bilir bizim. O halde o ciğerimizi, niyetimizi düzeltmeliyiz herşeyden önce. Kendimizi kandırmadan.
Düşünün; bir tarafta bir günlük bir hayat, öbür tarafta ebedi cennet veya cehennem.
Seçim sizin.