Gönlünde bahar, gözlerinde hayal ülkeleri, Ahmet, yaşadığı şehre ve çağa bir türlü uymayan bir yüreğe sahip delikanlı. Hayattan istekleri aslında çok basit, bir eş, bir yuva ve geçimini temin edecek kadar bir iş. Üniversitede sona yaklaşmakta ve bu isteklerine cevap arama zamanında artık. En yakın arkadaşı Hüseyin. O daha çağa uygun, hızlı, hareketli ve kullan at bir gönle sahip. Ahmet’e olan ilgisi ise onunla olduğu zamanlarda hiç kimsenin yanında hissedemediği bir huzura ermesi. Ne varsa bu çocukta artık, o hızlı hayatın yorduğu yüreğini teskin ediyor, onunla geçirdiği vakitler içindeki fırtınaları sükunete erdiriyor.
Ahmet her ne kadar şair olmasa da şiiri çok seviyor, kendi sevdiği şairler var ve onların kitapları, şiirlerini yazdığı kâğıt parçaları hiç eksik olmuyor ceplerinde. Hüseyin onu kırmamak için dinler okuduğu şiirleri, bazen hoşuna da gider şiirler, ama pek kalbine işlemez bunlar. “Vayyy” der, “Nasıl sevmiş adam” der. “Ne anlatmış ama” der en fazla ve örter duygularla birlikte şiir faslının üzerini...
Bir gün kampüste bir konferansa gider Ahmet. Bir şairin hayatı, şiirleri anlatılır ve şiirlerinden de kısa dinletiler sunulur. Mest olur bizim delikanlı, yarı esrik bir halde salondan çıkarken görür Sevda’yı. Sanki biraz önce okunan şiirlerden çıkmış bir mısradır. Simsiyah saçları kıvır kıvır alnına dökülürken, Ahmet’in yüreği bir okyanus gibi çağırmaktadır o ırmakları. Bakışları ise bambaşka gecenin yıldızlarını barındırmaktadır içinde kızın. Göz göze gelirler. Kekeme bir selamlaşma, çekingen bir nasılsın beraber yürünen yol ısıtır kalplerini gençlerin. Kızın da hoşuna gider oğlan. Derken sevgili olurlar.
İlk günler güzel geçer, beraber oldukları zamanın rengi muhteşemdir. Sohbetleri roman diyalogları gibi büyülü, bakışmaları film sahneleri gibi cezbedicidir. Gençliğin verdiği bu yakınlaşmanın ilk romantik ateşi küllenmeye ve birbirlerini tanımaya, kişiliklerinin detaylarına inmeye başlarlar. Sevda’nın hayata dair büyük beklentileri, büyük planları vardır. İdeal bir hayat, büyük bir aşktan önceliklidir onun kafasında. Ahmet’in hayalleri, okuduğu şiirler tılsımını yitirmeye başlamıştır.
Yaz tatili yaklaşmaktadır. Sevda ailesinin yanına, kendi şehrine dönecektir. Bir kafede oturmaktadırlar. Sohbet geleceğe doğru evrilir, evlilikten, birlikte olacakları günlerden konuşulurken, sevda erken bulur bu düşünceleri, okulu bitince master yapacaktır. Alanında ilerleyecek, önemli mevkilerde yer alıp kaliteli bir hayatın kapılarını açacaktır. Ahmet’e de aynı şeyleri yapmasını söyler. “Madem beraber bir hayat yaşayacağız sen de büyük makamlarda olmalısın” der. Ahmet çok düşünür. O ihtişamlı plazalarda, bir ofiste sıkışıp kalacak bir ruha sahip değildir. Sevda’nın tıpkı güzelliğine yaptığı makyaj gibi, sahte bir hayata kendisini çağırdığını anlar. O, eşinin orijinal yüzüne, kırış kırış oluncaya kadar bakmak, boya sürülmemiş kendi saçlarını ağarıncaya kadar okşamak isterken, Sevda’nın çağırdığı dünya gözüne korkunç görünür. Oysa o, Sevda’yı sıcak bir yuvaya, huzurlu bir hayata çağırmaktadır. Bu düşüncesini ne zaman dile getirse, Onun tarafında ciddiye alınmamış, geçiştirilmiştir. “Bırak bu düşünceleri” der Sevda, “ben seni daha yüksek bir hayata çağırıyorum” Ahmet anlar, Sevda’nın sevdayı anlamadığını...
Ayrılırlar. Sevda yoluna gider. Ahmet yoluna...
Aradan yıllar geçer, Ahmet evlenir, çocukları olur. Ve tam da istediği bir hayatı yaşamaya çalışır. Zorlukları eşiyle omuz omuza karşılarlar, güzellikleri birbirinin gözlerinde yaşarlar. Sevda da kendi yolunda ilerler gerçekten büyük makamlara ulaşır, başarılı bir iş kadını olur. Hüseyin, basında Sevda’nın haberlerini okudukça Ahmet’e sitem eder “Bak senin elinden kaçırdığın kadın nerelere geldi” der. Ahmet, “Ben daha o günlerden biliyordum onun buralara geleceğini, sadece onun vardığı yere gitmek istemedim” diye savunur kendini.
Bir gün Hüseyin, elinde bir gazeteyle gelir Ahmet’in çalıştığı yere. Gazete ünlü iş kadını Sevda Yılmaz’la röportaj yapmıştır. Başarılarını anlatmaktadır manşetler. Ancak verdiği cevaplardan birinde üç kez evlendiğini, üçünden de ayrıldığını, çocuk yapmaya fırsatı olmadığını, mutluluğu yakalayamadığını anlatmaktadır. “Okul yıllarımda bir genç bana şiirler okurdu, romantik sözler söylerdi, hayatıma giren hiçbir erkek onun yaşattığı duyguları bana yaşatamadı” der. Hüseyin, gazeteyi okuduktan sonra, Ahmet’e “Sana hep kızardım bu kızı elinden kaçırdığın için, güzellikse güzellik, tahsise tahsil, makamsa makam her şey var bu kadında diye, ama anladım ki, benim şu hayatta aradığım şeyler, onun elde ettiği şeyler olmasına rağmen mutlu olamamış demek ki ben de elde etseydim bunları ben de mutlu olamayacakmışım” diye bir itirafta bulunur. Ve şu soruyu sorar: “Bizim eksiğimiz ne Ahmetçiğim?” Ahmet “ Sevda’da şiir yoktu, Hüseyinciğim, sende eksik olan şey de şiir. Hayat sevdalarımızı böyle ayartıyor işte.” diye cevaplar.