Muhakkak ki her insanın hayatında, sevdiği ve saygı gösterdiği kişiler vardır. İnsan sadece hemcinslerini değil, tüm varlık âlemindeki nesneleri de sever. Ancak Müslüman’ın, Allah’tan başka varlıklara karşı duyacağı sevgi ve saygı, beşeriyet ve yaratılmışlık sınırlarının ötesine geçemez. Din âlimi, mezhep imamı, tarikat şeyhi, lider, anne, baba, evlat, eş ve dost gibi, bunların hiçbiri müminin kalbinde Allah sevgisine ortak olamaz, Allah’a gösterilecek tazime konu teşkil edemez, nazargâh-ı ilâhî olan müminin kalbi fânilere esir olamaz.
Şirk çeşitlerinden birisi de Allah’tan başka varlıkları sevmede ve onlara tazimde aşırı gitmek sûretiyle gerçekleşmektedir. Bu hususa Kur’an şöyle değinir: “İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp O’na koştukları eşleri (endâd) tanrı olarak benimseyenler ve onları Allah’ı severcesine sevenler vardır.” (Bakara 2/165). Bu âyetten açıkça anlaşıldığı gibi, ulûhiyetin en büyük özelliklerinden birisi, muhabettir/sevilmektir. Bir insanın herhangi bir insana karşı beslediği aşırı sevgi onu putlaştırmaya götürebilir. Örneğin, insanın mûsikiden haz duyması fıtratının bir gereğidir. Mûsiki, insanda hangi duygular daha çoksa onları yoğunlaştırır. Müzik insanda afyon etkisi yaratır. Özellikle günümüz gençliği bu alanda ölçüyü kaçırabilecek davranışlar sergilemekte; adeta, sanatçıyı tanrı, o havayı âyin, ibadet havasına dönüştürücü tavırlar sergilemektedir. Zaman zaman magazin basında: “Çağın İlâhesi Madonna” gibi manşetler ve ‘arabesk’ adı verilen müzik türlerinin bazı sözleri bu iddiayı doğrulamaktadır. Geçmişte bir gazetede, “Malezya’da ‘black metal’ haram ilan edildi” başlıklı bir haber yer aldı. Bu müzik türünün yasaklanma nedeni olarak, “satanizm felsefesi”ni beslemesi ve toplumsal olmayan davranış biçimlerini teşvik etmesi” gösterildi.
Yukarıdaki âyetten öğreniyoruz ki, Allah’tan başka herhangi bir varlığı Allah statüsünde bir sevgi ile sevmek insanı yanlış inançlara götürme sebebidir. Bundan dolayı Kur’an’da insan daha çok ‘abd/kul’ vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen en ileri sevgi derecesini ifade eder. Risâlet en üstün mertebe olmasına rağmen, bütün peygamberler, özelde Hz. Peygamber kulluğu ile övünürdü. (İsra 17/3). Hatta Peygamberimiz, kendisine secde etmek isteyen bir kimseye şiddetli tepki göstererek izin vermemiş (Ebu Davud “Nikah” 40) yine yanına giren bir zatın korkudan titrediğini görünce, “sakin ol, ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” uyarısında bulunmuştur. (İbn Mace “Etıme” 30) Hıristiyanların Hz. İsa’yı tanrılaştırmalarına sebep olarak aşırı hürmeti ve sevgiyi gösteren Hz. Peygamber (a.s) bir hadislerinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı bir şekilde övdükleri gibi, siz de beni övmeyin. Ben sadece Allah’ın kuluyum. Bu sebeple Allah’ın kulu ve elçisi, deyin.” (Ahmed B. Hanbel, Müsned, I, 23, 24) Namazda okuduğumuz “tahiyyat duâsı”nın sonunda da “abdühû ve rasûlühü/O’nun kulu ve elçisi” pasajının yer alması gerçekten anlamlıdır. Zira, Hıristiyanlar Hz. İsa’yı öyle övdüler ki, önce Allah’ın oğlu yaptılar daha sonra da ilâh. Artık günümüz Hıristiyanlığında Tanrı, İsâ’dır. Çünkü onlar Hz. İsâ’da nâsûti/insanî ve lâhûti/ilahî yönü birleştirmişlerdir. Onun için İslam, insanî alanla, ilâhî alanın sınırlarının gözetilmesi konusunda büyük hassasiyet gösterir.
Müslüman’ın nazarında hiçbir insan peygamber derecesine çıkamayacağına ve hatta peygamberlere bile insanüstü bir özellik nispet edilemeyeceğine göre hiçbir kimsede insanüstü bir kuvvet düşünülemeyecek, ancak Allah’a sunulabilecek tazim ve hürmet, O’ndan başka kimseye gösterilmeyecektir.