Sevgili Cumhuriyet; Sen İlelebet Pâyidâr Ol
Sevinç, övünç ve gururu bir arada yaşıyorum…
Van’da yaşanan büyük acımızın etkisi ile “Cumhuriyet Bayramı Törenleri”ni iptal ettik. Ancak resmi kurumlarımızda ‘tebrikler’ kabul edildi. Oysa “Cumhuriyetimiz’in 88. yılında ‘Muzaffer Ordumuzu” “resmigeçit”lerde alkışlamayı ne kadar isterdik.
Ben, “Cumhuriyet Gururu”nu, her gün yaşıyorum. Nüfusumuzun ulaştığı sayı; on altı milyon ilköğretim öğrencisi, altı yüz bin öğretmen. Dünyanın 16. büyük ekonomisi.
GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN DEDİĞİ GİBİ: “ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİM”DİR
Milyonlarca SSK’lısı ile milyonlarca Bağkur’lusu ile milyonlarca imkânsız yeşil kartlısı ile emeklisi ile… On sekiz yaşına kadar bütün çocukların ücretsiz sağlık hizmeti alma imkânı ile... Yine GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün deyişi ile “CUMHURİYET, KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR.”
88 YIL GERİYE, 80 YIL GERİYE, 70 YIL GERİYE DE BAKMALIYIZ…
O yıllara yani “Kurtuluş Savaşı Yılları”na da, “Cumhuriyet’in ilân edildiği” ve sonrası yıllara da bakmak çok önemli. O yılların “zaman tüneli”ne girip, O Yıllar’ı yeniden hayâl etmek ve yaşamaya çalışmak çok çok daha önemli.
1927’de yapılan ilk nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusu 13.648.270. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Cumhuriyet’in ilânında bu sayı çok daha az.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında tüm Türkiye’de 86 hastane ve 554 doktor var. Bir zahmet, siz internetten bugünkü sayıyı lütfen öğrenin.
Söz gelişi, Kırşehir şehir merkezinden bulunan “Memleket Hastanesi”nde doktor ve eczacı yok; hastane “Hükümet Tabibi” tarafından idare ediliyor.
“Kurtuluş Savaşı” sürerken nüfusu 200 bin tahmin edilen Antalya Vilâyeti’nde “sıtmalı” sayısı 172. 000
Konya’ya bakalım. 1922’de nüfusu 53.943 olan “Şehir” de 1 Darülmuallimin okulu, 1 Sultâni okulu, 1 Mekteb-i Sanayi, 18 “Mekteb-i İbtidâi (ilk okul) ve 20 civarında harap “Medrese”.
1907’de, “hayvan ile çekilen taşıtlar”la, yani at arabaları ile Ankara-İstanbul arası 79 saat; Ankara-İstanbul arası 18 saat; Ankara-Samsun arası 20 saat; Ankara-Zonguldak arası 14 saat.
Bir zahmet. Siz, bugünlerde hangi şehre otomobille, otobüsle, hızlı trenle, uçakla kaç saatte ulaşabileceğinizi düşünün. Ama, lütfen.
O “KURTULUŞ” VE “KURULUŞ” YILLARININ KONYA’SINA GELİNCE Tekrar geriye dönelim; ve, Konya’nın nüfusunu tekrar hatırlayalım. 1922’de şehir nüfusu 53.943. Ama; evet “amaa”. Bu nüfusun yarısı dul, yetim, gazi, yaralı, gazi, ihtiyar. Düşünün hele Konyalı erkekler, “1. Cihan Harbi”, “İstiklâl Savaşı’nda” sekiz yıl “Cepheden Cepheye yol bulup koşmuşlar”. Benim gazeteciliğe ilk başladığım 1950’li yıllarda; Konya’da Araplar’da, Sedirler’de, Uluırmak’ta dünya kadar bir gidip de 7 yıl sonra cephelerden gelen insan vardı. O yıllarda, çoğunun ağzından Çanakkale’yi, Sakarya’yı, “Başkumandanlık Meydan Muharebesi”ni dinledim. Araplar’ın “Evler Ucu”nda, Yanık Ses Sokağı’nda oturan, baştan başa “Büyük Harp”i yaşayan “Yüncü Hacıaliler’in Mehmet Efendi”, kışın çizmelerini haftalarca ayaklarından çıkartmadıklarını, donmuş çizmeleri çıkarmaya kalkışınca ayaklarının derilerinin yolunup geldiğini anlatır.
Konya’nın kalkınmada yavaş ilerlemesinin, hatta, geç kalmasının asıl sebepleri araştırıldığında; “Birinci Cihan Harbi ve İstiklâl Harbi” şehitlerinde en öne sırada olduğu gerçeği ortaya çıkar. Konya bir yetimler ve dullar şehridir…
“KURTULUŞ SAVAŞI” yıllarında, “Cumhuriyet”in ilk yıllarındaki Konya. Yazın toz, kışın çamur deryası bir şehir. Binlerce toprak damlı harap ev; yol yok, elektrik yok, telefon yok; içme suyu ya mahalle çeşmesinden, ya evdeki kuyudan.
Tuz Gölü’nden tuz getirmeye giden at arabaları, köylerde yata yata, bir haftada gider gelirler.
Konya’ya gaz, tuz, üzüm, incir, şeker getiren “Deve kervanları” aydan aya bir gelir. Kervanın yaklaştığı haberi alınınca, bütün şehir “Horuzlu Han” civarına çıkar; kervanı şenlikle karşılar.
Büyükşehir Belediyemiz olsun, ilçe belediyemiz olsun büyük bir sergi açmalı. Bu sergide “1923 KONYA’SI” resimleri ile “2011 KONYA’SI” resimleri yan yana sergilenmeli. O zaman görürüz, nereden nereye geldiğimizi.
“RESİMLER VE SAYILAR YALAN SÖYLEMEZ”
“CUMHURİYET” DEYİNCE, GAZİ MUSTAFA KEMAL’İ DE ANMAK GEREKİR
Elde kalan “Son vatan parçası”nı ölümüne savunan “Kutsal Savaşçılar”ı rahmetle anarken Onlar’ın “Başkomutanı” Gazi Mustafa Kemal’i de rahmetle, minnetle anmak gerekir.
1940 yıllarında, 1950’li yıllarda yaşasaydınız, size, “Konya Kadınları” “O YILLARI”I anlatırlardı. Mahallelerde cenazeleri kaldıracak erkek olmadığını; cenazeleri mahallenin ihtiyar “Hoca”sı ile, camide Kur’an öğrenen “talebele”ler ile kadınların taşıyıp defnettiğini anlatırlardı. Size, “Milli Mücadele”de cephelerdeki erkeklerine yaktıkları; “Mustafa Kemal Paşa”ya yaktıkları türküleri çığırırlardı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, yaşadığı sürece “Konyalı” olmakla övündü. 20-21 MartKonya’ya gelince, Konya Türk Ocağı’nın defterine; “Konya, muhtelif Türk devletleri yaşamış öz Türk vatanıdır. Konya, asırlardan beri tüten büyük bir nurun ocağıdır. Türk harsının (kültürünün) esaslı membağlarından (kaynaklarından) biridir” diye yazdı.
Gazi Mustafa Kemal; 1923’de, Konya’nın Sedirler Mahallesi’nden Abditolu Köyü’nden Hacı Hüseyin Ağa’yı, “Babalık”; Hüseyin Ağa’nın eşi Akife Hanım’ı “Analık” olarak seçti. Eşi Lâtife Hanım’ı getirip ellerini Sedirler’de, kerpiç evlerinde öptürdü.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, şahsi parasından 3000 lira vererek, Süreyya Sami Berkem’e, 12 Haziran 1923’de “HALK GAZETESİ”ni, günlük olarak Konya’da yayınlatır.
Anadolu’da “Milli Mücadele”yi bütün güçleriyle destekleyen bir avuç gazetenin başında, Konya’da yayınlanan Abdülgangi Efendi’nin “ÖĞÜT GAZETESİ” ve Mazhar Babalık Bey’in “BABALIK GAZETESİ” gelmektedir. İki gazete, “Batı Cephesi”nin “hususu” sözcüleri durumundadır. Babalık, “Batı Cephesi”nin “fedâkadar arkadaşıdır”.
Gazi Mustafa Kemal’in “Kızları”ndan biri de “KONYALI RUKİYE”dir. “Mânevi evlâtları”nın dördü erkek, sekizi kızdır. Gazi, eşi Lâtife Hanım’ı da yanına alır, bir yurt gezisine çıkar, Konya’ya da uğrar. Memleket Gazetesi’nin ayda bir yayınlanan “MEMLEKET DERGİ” de bu konuda geniş bilgi ve resimler var. Olay şöyle anlatılır: “Konyalı Yazıcı Çavuşu’nun Kızı Rukiye: Atatürk evlendikten sonra Lâtife Hanım’ı da yanına alarak bir yurt gezisine çıkar. 1. Dünya Savaşı’nda karargahında bulunan bir yazcı çavuşu aramak aklına geliyor. “Öldü” diyorlar. “Ailesinden kim var, bulup getirin bana” diye emrediyor. Çavuşun karısı da ölmüş, çocuklarına ailenin diğer yakınları bakıyorlarmış. En küçüğünü Paşa’nın önüne çıkarıyorlar. Rukiye, o tarihte 9-10 yaşlarında. “Benim kızım olur musun?” diyor ve başını okşuyor. Paşa, kızını alıp Ankara’ya götürüyor.
Rukiye’nin Üsteğmen Hüsnü Bey ile evlenmesini uygun görüyor; düğünlerini 1931 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda yapıyor. “Dillere Destan Bir Düğün”.
Gazi, hastayken de, “Savarola yatı”nda Rukiye yanında. Ben durumu yeni öğrendim, Memleket Dergi’den ve Adem Alemdar’dan. Teşekkürler…
“CUMHURİYETİMİZ” İÇİN NİCE 88 YILLAR DERKEN BİR DUA
Allah’ım; “Cumhuriyetimizi ilelebet pâyidar eyle. Kurtuluş Savaşı’mızın “Başkomutanı, Cumhuriyetimizin “Kurucusu” Gazi Mustafa Kemal’den, bütün “Silâh arkadaşları”ndan, her alanda ter dökerek “Devletimiz”i bu güce ulaştıran bütün insanlardan rahmetini esirgeme. Bilerek, bilmeyerek Cumhuriyet’e kötülüğü dokunanların da “taksiratı”nı af eyle.
“CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN. HAYIRLI, UĞURLU OLSUN”
GAZİ MUSTAFA KEMAL “KURTULUŞ SAVAŞI”NI BU “HALK”LA KAZANDI; “CUMHURİYET”İ BU “HALK”LA KURDU