Geçen haftada gazetemizde Seydişehir 4. Karpuz Festivaliyle ilgili haberler okudunuz. Karpuz yetiştirmede Suğla havzasında bulunan köylerden Gökhüyük, Kumluca, Bağra, Karaviran son yıllarda büyük mesafe kat etti.
Üretimde başarıyı yakalayan yöre çiftçisi 25 kilo büyüklüğünde karpuz üretebilecek seviyeye ulaşmış durumda. Bu durum bölge için ve bölge çiftçisi için büyük bir başarı. Karpuz üreten çiftçileri kutlamak gerekir. Seydişehire ve bölgede yaşayan Bozkır, Yalıhüyük, Ahırlı, Beyşehir, Manavgat, Akseki gibi bölgelere ucuz ve kaliteli ürünler sunarak bunu hak ediyorlar. Bu söylediklerim olayın iyi yönleri.
Bir de madalyonun diğer yüzü var. Bunu sadece üreten çiftçiler bilmekte. Seydişehirde sokağa çıktığınız zaman, cadde ve sokakların tamamında onlarca karpuz kavun satan çiftçiyi görürsünüz. Tarlasından hasat ettiği ürünü traktöre ve kamyona dolduran üretici, mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı dolaşarak satış yapmakta, adeta birbiriyle rekabet etmektedir. Seydişehir kapasitesinin çok çok üstünde satıcı olunca, ister istemez üreticinin malı rezil oluyor
Tam bu noktada hemen akla şu soru geliyor, üretmek mi önemli yoksa pazarlamak mı? Tabiî ki üretim olmadan pazarlama olmaz. Ürettiğiniz malı satamazsanız ürettiğinizin hiç bir önemi olmaz. Seydişehirin dışından gelip de komik rakamlara karpuz almaya çalışan kelepircilerden bu üreticiyi kurtarmak gerekiyor. Şimdiye kadar örgütlenme adına hiçbir adım atmayan köylüler, önce aralarında, sonra tüm bölgeyi kapsayacak şekilde birlik olmalı ki, Seydişehir ekonomisine sağlanacak adı belli bir katkı olsun. Değilse; üretir, pazar bulamazsınız. Sonuçta değil parayla satmak, bedava verseniz kimse yüzüne bakmaz.
İMTİHAN MAĞDURU GENÇLİK
Lise son sınıfta okurken biz de her üniversite adayı gibi dershaneye gitmiştik.
O zamanlar dershanemizde fizik hocamız konuyu en ince ayrıntısına kadar anlatır ve sonunda derdi ki; Eğer buna rağmen hala bu soruları yapamıyorsanız, ayazda kalırsınız. O zamanlar bu sözün ne anlama geldiğini pek anlayamazdık. İmtihan sonuçları açıklanır, istediğimiz olmayınca ayazda kalmanın ne anlama geldiği, daha anlaşılır hale gelirdi. O zamanlardan beri sorunlarda değişen pek fazla bir şey yok. Sadece isimler değişmiş o kadar. Olaylara yeni sorunlar eklenmiş fazladan: Meslek lisesi sorunu, başörtüsü sorunu, kat sayı sorunu ve sorunlar, sorunlar
Aslında bu olay öğrencilerin sorunu gibi gözükse de bence öğrencilerin sorunu olmaktan çok sistem sorunudur. Bu ülkede çocuklarımızı ilkokuldan başlayarak adaletsiz bir yarış içine sokup ÖSSye kadar onları birer robot haline getirmiyor muyuz? Sonuç ne? Sonuç, bilmem kaç milyon öğrenci imtihana giriyor. Bunlardan yüzde üçü beşi, belki istediği okula gidebiliyor. Ya diğerleri? Bir deyimle açıkta, bir deyimle ayazda kalıyor. Bu iş adaletli mi sizce, dünyada böyle bir şey görülmüş mü, bu çocukların psikolojisi ne olacak, o velilerin emeği ne olacak? Her yıl yeni bir sistemle başlayıp, eğitim yılı bitmeden suyunu çıkardığımız eğitim, bir yazboz tahtası haline gelmiş. Sonuç: Hayata yarış atı gibi başlayan bir çocuğun, sonra geriye umudunu ve hayallerini yitirmiş bir imtihan mağduru genç olması...