Seyit Emiroğlu

Bugünkü konuğumuz Seyit Emiroğlu Konyamız’ın kültür, sanat, edebiyat, fikir alanında ışık olmuş isimlerinden merhum Mehmet Emiroğlu’nun dört çocuğundan birisi ve de tek erkek çocuğudur.

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri


 


Uğur ÖZTEKE


 


Bugünkü konuğumuz Seyit Emiroğlu Konyamız’ın kültür, sanat, edebiyat, fikir alanında ışık olmuş isimlerinden merhum Mehmet Emiroğlu’nun dört çocuğundan birisi ve de tek erkek çocuğudur. Konuğumuz Seyit Emiroğlu’nun yaşam öyküsüne geçmeden merhum Mehmet Emiroğlu ile ilgili olarak bazı yazarların kaleme almış olduğu cümleleri sizlerle paylaşırsak konuğumuzu daha iyi anlatabileceğimize inanıyorum.


HORASAN ERENİ BİR BABANIN OĞLU


Bakın merhum Mehmet Emiroğlu ile ilgili olarak,  Ergun Göze, Dr. Agah Oktay Güner, Prof. Dr. Nuri Köstüklü, Mehmet Nuri Yardım, Dr. Kamil Uğurlu, M. Ali Uz, Dr. Nuri A. Sezer, Ali Işık, İhsan Kayseri gibi isimler neler yazmışlar:


“O’nun sevgi ve hizmet aşkıyla dolu varlığı rehber edindiği Veli’nin ikliminde demlendi. O artık gönül penceresinin ışığıyla alemi seyrediyor ve her dem Rabbine hesap veren bir idrakin bereketini yaşıyordu. O’nu terk ettikçe Emiroğlu’nun erliği Horasan erenliğine dönüyordu.’


“Bir Türk ve Müslüman olarak yaratılmanın mesuliyetini duyarak millete hizmet için yola çıkan bu Türkmen yiğidi Konya’da ki kültür hizmetlerinin gönüllü destekçisi idi. Kitaplar dergiler broşürler için son kuruşunu harcar ve ehil gördüklerine özellikle gelecek için ışık veren gençlere hediye ederdi. Yoksullar fakirler kimsesizler O’nun hamiyet listesinde yer alırdı. En uzak tanıdıklarının bile elemlerine iştirak eder hastaların ziyaretine önem verirdi.”


“Yaptığını gizler, sağ elin verdiğini sol eli görmezdi. İşsiz insanların kapısına ağzına kadar dolu zembiller bırakıp evin tokmağını çaldıktan sonra saklanarak kaçtığını biliyorum.”


“İman, inanç, hizmet abidesi aziz Emiroğlu son yolculuğuna sevenlerinin parmakları ucunda gitti. Ömrünü verdiği gençlerin bu vefasını Türkiye’nin her yerinden koşup gelen dostlarının muhabbet dolu gözyaşlarını unutmak mümkün mü?”


“Bütün bir ömrü iyiyi güzeli doğruyu arayarak anlatarak geçiren Mehmet Emiroğlu vefatıyla da idraklere ne büyük hikmetler ve ibretler sundu. Türk ailesinin dayanışmadan doğan gücü aile dostlarının gösterdiği muhabbet sevenlerinin vefası sessizce verdiği mesajlardı.”


“Yatılı misafiri hiç eksik olmazdı. Son derece cömertti. Çevresinde ki ihtiyaç sahibi insanların özellikle okuyan gençlerin hamisi gibi idi. Bir derdi olan ona koşardı. Parası olmadığı zamanlar bile Üniversite Kitapevi’nden tarih ve kültürümüzle ilgili borçla aldığı kitapları dostlarına, özellikle gençlere dağıtır, onları okumaya teşvik ederdi”   


…………..


Evet böyle bir babanın evladı olarak 14. Ekim. 1950 günü Çaybaşı caddesi Fahrunnisa mahallesi no 8’de dünyaya gelen Seyit Emiroğlu ailenin Emine Akpınar (Emiroğlu), Nurten Yetiş (Emiroğlu), Ayşe Emiroğlu ile birlikte dört çocuğundan birisidir. Ve ailenin tek erkek evladıdır. O yılları Seyit bey şöyle anlatmaktadır: “Babam o yıllarda Botsalı Mehmet olarak çevresinde sevilip sayılırken anne Hanife Hanım da evinde çocuklarını gelece en iyi şekilde yetiştirebilmenin heyecanı ile adeta onların üzerlerine titremektedir.”


EMİR SARIĞI DİKEN DEDEDEN BUGÜNLERE ULAŞAN LAKAP


Emiroğlu soyadının nereden nasıl geldiğini öğrenmek istediğimiz zaman konuğumuz Seyit Emiroğlu bunu da şöyle anlatıyor: “Dedem emir sarığı dikermiş. Lakabımızın Emiroğlu olarak olmasının sebebi de dedemin emir sarığı dikmesinden kaynaklanıyormuş.”


BABAM KONYA’DA BELEDİYE GÖREVLİSİ OLARAK KAPILARA NUMARALARI ÇAKARMIŞ


Babam Konya’da belediye çalışanı olarak kapılara numara çakarmış. Yıllar sonra maliyeye girmiş, memur olmuş. Veteriner Müdürlüğü’nde memurken aynı anda o dönemde yasalar izin verdiği için Kazım Öztürk ile 50 yıl sürecek bir ortaklığa başlamış ve muhasebecilik yapmış. Celal Özdemir’in başkanlığında noter odasında sekreterlik yapmış. 22 yıl bu işte çalışmış. Daha sonra ikinci emeklilik hayatına başlamış. Babamın iki kitabı yayınlandı, üç kitabı ise yayınlanmak üzere bekliyor. Yayınlanan eserleri Kültürün Köşe Taşları ve Geçmişin Penceresinden isimli kitaplarıdır. Biz aslen Botsalı’yız, şimdiki Güneydere.


ÇAYBAŞINDAKİ EVİMİZİN TAM KARŞISINDA DÖNEMİN POSTNİŞİNİ OTURURDU


Çaybaşı’ndaki evimizin tam karşısında o dönemin postnişini İbrahim Evsen otururdu. Onun için mahallemiz çok hareketli ve sürekli kalabalık olurdu. Rahmetli İbrahim abimizin çok ziyaretçisi gelir giderdi. Ev ve mahalle hiç boş kalmazdı.


TOZUN İÇİNDEN GEÇEN BİSİKLETİN İZİNİ TAKİP EDERDİK


O zamanki çocukluk, oyunlar, zevkler çok farklıydı. Mesela bizim çocukluğumuz dendiği zaman benim aklıma bir karış toz olan yollar, o tozun içinden geçen bir bisikletin arkasından arkadaşlarla bisiklet izini takip etmemiz gelir. Yine çocukken bizim mahalleden yıllar boyunca bir defa taksinin geçtiğini görmüştük. Hiç unutmuyorum taksi Zonguldak plakalı idi. O zamana kadar hiç taksi görmediğimiz için o arabanın modelini yıllarca Zonguldak modeli diye bildik. Üstü açık bir arabaydı.


MAHALLEDEN AKAN ÇAY VE O BÜYÜK İĞDE AĞAÇLARI


Mahallemizden çay akardı. Çayın kenarında da çok büyük iğde ağaçları vardı O iğde ağaçlarından müthiş bir koku olurdu. Komşularımız genelde Hadimli, Taşkentli insanlardı. Baykanlar, Nurullahlar, Çalışkanlar vardı.


NURULLAHLAR’IN BUZDOLABI VE BIYIK ARABASI


Komşumuz olan Nurullahlar’ın durumu çok iyiydi. Mesela yaz aylarında Nurullahlar’ın buzdolabından buz alıp yediğimizi ve nasıl mutlu olduğumuzu anlatamam. Zaten o zamanlar arabası olan insan sayısı parmakla gösterilirdi. Ahmet Nurullahoğlu’nun bıyık bir arabası vardı. O arabadan bir de Vali ve Belediye başkanının varmış. İnsanlar o zamanlarda çok fakirdi, çünkü yokluk, yoksulluk vardı.


OKULUMUZUN İSMİ 60 İHTİLALİYLE 27 MAYIS OLDU


14 Mayıs İlkokulu’na gittim. Bu okulun adı 60 ihtilalinden sonra 27 Mayıs İlkokulu oldu. Sınıf arkadaşlarımdan mesela birisi İbrahim Okka’ydı. Sınıf öğretmenimiz merhum Şemsi Küçükosmanoğlu’ydu. Okuldan 1958’de mezun olduk.


HOLLANDA’DAN GÖNDERİLEN SÜT TOZUNU İÇER, PEYNİR VE TEREYAĞINI İSE EVE GÖTÜRÜRDÜK


İlkokul yıllarında unutamadığımız bir şey de şu: O zamanlar Hollanda’dan gönderilen süt tozu, ezme peynir ve tereyağ öğrencilere dağıtılırdı. Süt tozunu okulda içer, peynir ve tereyağını ise eve görürdük. O yokluğa rağmen neşeli ve mutlu bir hayatımız vardı. Yine o dönemde en çok hoşuma giden şey ise Necatibey İlkokulu’nun aşevinden öğrenciler için hazırlanmış olan yemekleri büyük saplı tencereler içerisinde okula getirmekti. Hocamız çok otoriter idi.


Beden eğitimi, müzik gibi dersleri yapmaz, bütün bu derslerde matematik işlerdi. Ama çok başarılı öğrenciler de yetiştirdi. Mesela bizim sınıftan hakim Abdullah Erdem, mühendis. Kemal Toğra, inşaat mühendisi İbrahim Okka camcı Şinasi Coşkun gibi…


KONYA MEBUSU MUHİTTİN GÜZELKILIÇ BAYRAMLARDA TEK TEK EVLERİ DOLAŞIRDI


Çocukluk yıllarında bayramları iple çekerdik. Çünkü hemşerimiz Konya mebusu Muhittin Güzelkılıç tek tek evlerimizi ziyaret eder, biz çocuklara oyuncalar hediye ederdi. Bu ziyaret sebebiyle de evlerde olağanüstü hazırlıklar yapılırdı, ama hazırlıklardan en çok çocuklar faydalanırdı. O ilkokul çağlarında bize verilen hediyelerin içerisinde en çok mendilleri hatırlıyorum. Kağıt 2.5 liraları not defterinin arasında saklardım, o zaman üst cebimizde sürekli taşıdığımız not defterleri olurdu. Yine o yıllarda şivlilik toplama, yağmurluk toplama çok eğlenceliydi. İlkbahar ve sonbaharda ev ev dolaşır, tarhana, bulgur, pişmiş yumurta toplardık. Bütün mahalle halkı çocuklara çok iyi davranırdı. Kandil geceleri toplanılır, çocuklara mutlaka hediyeler verilirdi. Hediyenin de ötesinde biz çocuklar karpit patlatırdık. Çok eğlenirdik. Karpit Tevfikiye caddesinde satılırdı ama çocuğuz diye bize satmazlardı, biz de bizden büyük abilere karpiti aldırırdık.


KÖYDEN GELENLERDEN EVDE YER KALMAYINCA ANNEM GECEYİ AHIRDA GEÇİRMİŞ


Köyden gelenler özellikle bize gelir, bizde kalırlardı. Hısım, akraba, tanıdık köylü. Köyden direkt bize gelirlerdi. Bizim evde yatarlar, daha sonra şehirde işlerini görüp giderlerdi. Hep anlatırlardı. Bir gün yine bizim ev öyle gelenlerle dolmuş ki annem yatacak yer bulamamış, gitmiş ahırda yatmış. Bir de özellikle o yıllarda milli bayramlarda köylü, kentli herkes bayrama büyük ilgi gösterir, insanlar heyecan duyarlardı. Mesela yine Orduevi’nin önünde hafta sonları ve hafta başı yapılan bayrak törenleri heyecanla ilgi ile takip edilirdi. Çaybaşı orduevinin önündeki bu törene akardı adeta.


BÜTÜN ARKADAŞLARIM DEVRİM ORTAOKULU’NA BEN İSE İHL’YE GİTTİM


İlkokuldan sonra mahalledeki benim dışımda bütün arkadaşlarım yeni açılan Devrim Ortaokulu’na kayıt yaptırdılar. Beni ise İmam Hatip Lisesi’ne kaydettirdiler. O dönemde bizim mahalleden belediye otobüsü geçmezdi. Yıl 1962… Sabah erkenden kalkar, yaya olarak Çaybaşı’ndan İHL’ye kadar yürürdük. İkinci sınıf öğrencisiyken Belediye otobüs tahsis etmişti. O zamanda Kayalıpark’ta iner, okula kadar yürürdük.


HIZARDA ÇALIŞTIM, ELMA SANDIĞI ÇAKTIM


Yaz aylarında hem aileye katkı sağlamak, hem de hayatı öğrenmek için değişik işlerde çalıştım. Kışları, bir hemşerimizin yanında hızarda çalıştım, elma sandığı çaktım. Babam ben elma sandığı çakarken gizlice gelir, beni izlermiş. Annem ise bana üzülür, ağlarmış, ama babam hayatı tanımamız için çalışmamızı istedi. Daha sonra İstanbul caddesinde Sultanlar Itriyat deposunda çalıştım. Burada Kaya Beyi, Kasım Gürçınar’ı, Tuncer Bilir’i tanırdım. O zaman Konya’da 16 tane eczane vardı. Yıl 67–68’di. Mesela o günlerde Şatoform’un oralarda yeni eczane açılacaktı. 17. eczane çalışır mı diye çok düşünmüşlerdi?


MÜDÜR MUAVİNİ ABDULLAH BEY’E LEFTER BEY DEYİVERDİM


İHL’de müdür Rıfkı Baydur’du. Öğretmenlerimiz Bayram Başpınar, Ziya Uyar, Hayri Bilecik, Fikri Bey, Tevfik Rüştü Erkul, Lefter lakaplı Abdullah Uzunoğlu idi. Bir gün nöbetçi öğrenciydim. Müdür bey beni çağırdı. ‘Lefter beyi çağır’ dedi. Ben de muavin beye yani Abdullah beye  Hocam ya da ismini söyleyeceğime birden ağzımdan ‘Lefter Bey’ cümlesi çıkıverdi O anki utancımı hiç unutmuyorum. Bir de İHL’de meslek dersleri zordu. Kur’an-ı Kerim mesela gerçekten zordu.


ZİYA ÖZBOYACI İLE TALEBE TEŞEKKÜLÜ KURDUK


İHL son sınıftayken, değerli arkadaşım Ziya Özboyacı ile talebe teşekkülü kurduk. Çevre okullarla, bilhassa da Kız Lisesi’yle sosyal faaliyetler yaptık.


MEHTER TAKIMINDA UZUN YILLAR RAKKARE ÇALDIM


İHL’de rahmetli Zekai Kaplan hoca mehter takımı kurmuştu. Uzun yıllar mehter takımında rakkare çaldım. Bir ara da davul çaldım. İHL’den sonra Gazi Lisesi’ni bitirmek için dışarıdan imtihanlara girdim ve bitirdim. Çünkü o zamanlar İHL mezunları üniversite sınavına giremiyordu. Gazi Lisesi edebiyat kolundan mezun oldum. Mimar Mevlüt Ben ile imtihana girdik. O mimarlığı kazandı, ben ise İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’nu kazanmıştım.


BİR EVİN TEK OĞLU OLDUĞUM İÇİN KONYA DIŞINDA OKUMAMA İZİN VERMEDİLER


Bir evin tek oğlu olduğum için annemler Konya dışında bir okulda okumama izin vermediler ve olmaz dediler. Bir yıl sonra 1972’de tekrar üniversite sınavına girdim. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü kazandım. Burada profesör merhum Tunca Kartantamer, İbrahim Altunel, Musa Gürsel, Nurettin Taşar, Salih Zeki İsmailoğlu, Firuzan Uysal, Abdurrahman Erol gibi hocalarımız vardı. O günler zor günlerdi. Mesela 2. sınıftayken, solcu bir grup öğrenci okulu boykot eder, okul tatil oluverirdi.


İLK ATAMAM KONYA KIZ ÖĞRETMEN OKULUNA OLDU


Okulu bitirdikten sonra Konya Kız Öğretmen Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak atandım. O dönemde müdür Salih Zeki İsmailoğlu idi. Daha sonra kendisini Ankara Gölbaşı’nda trafik kazasında kaybettik. Kız öğretmen okulunda 1976–77’de stajyer öğretmendim. Müdür Emine Gültekin hanımefendiden öğretmenlik ve idarecilik olarak ilk bilgimi aldım. Müdür muavini Abdullah Can Beydi. Bizim yetişmemizde onun da büyük emeği vardı. Ancak kendileri ile birlikte çalışma şansımız fazla olmadı.


ANKARA’DA ONBİRLER OLAYI YAŞANINCA BURÇ KÖYÜNE TAYİNİM ÇIKIVERDİ


1978’de Ankara’da hükümette onbirler olayı yaşandı. Benim de Niğde Samandı, Burç Köyü’ne Türkçe Öğretmeni olarak tayinim çıktı. Orada müdür olarak Beyşehirli Yusuf Altıntepe görevliydi.


TUNCELİ’YE GÖNDERİLİNCE ASKERE GİTMEYE KARAR VERDİM


Orada iyi bir çalışma içerisinde iken bir gün ilçenin kaymakamı Akif Solak, beni çağırdı ve Tunceli Pertek İlçesi’ne tayinimin çıktığını söyledi. Ben bu haber üzerine rapor alarak Konya’ya döndüm. Ancak o günkü şartlarda rapor alınması son derece güçtü. Onun için daha fazla zaman öldürmemek üzere askerliğe gitmek için müracaat ettim. Önce Polatlı Topçu Füze Okulu’na gittim. 1978 Kasım’ında 4 aylık öğrencilik hayatımızı tamamlayarak İstanbul 1. Ordu Uçaksavar Taburu’na Takım Komutanı olarak gidiyordum. 14 ayımın son iki ayını teğmen olarak yaptım ve askerliğimi tamamladım.


1977’DE ÖĞRETMEN NEZİHE HANIMLA EVLENDİM


1977’de Nezihe Kiraz Altunel ile evlendim. Eşim evlendiğimiz zaman Taşrakaraaslan İlkokulu’nda öğretmendi. Öğretmenliği sırasında Eğitim Fakültesi İngilizce bölümünü kazandı, okulu başarı ile bitirdi Kız Ortaokulu’nda İngilizce öğretmenliği yaptı ve emekli oldu. Şimdi 10 yıldır emekli ama öğretmenliğini DİLTAŞ Eğitim Kurumları’nda İngilizce öğretmeni olarak sürdürüyor.


Bu evlilikten dünyaya gelen Vehbi, İstanbul Üniversitesi işletme bölümünü bitirdi. Şu anda kendi şirketi var. İkinci oğlum Ali Cihat, Niğde işletme mezunu, abisi ile birlikte şirkette çalışıyor. Kızım Gülbahar Hacettepe İktisat 3. sınıf öğrencisi


ASKERLİK SONRASI 1980 TEMMUZ AYINDA KONYA SAĞLIK MESLEK LİSESİ’NE TAYİNİM ÇIKTI


Terhisten sonra MEB’na Öğretmen Okulu için müracaat ettim. Aralık ayında olduğu için tayinim yapılmadı. Bir Pazar günü rahmetli babam, ziyaretimize gelen, daha sonra PTT Genel Müdürlüğü yapacak olan o zamanın Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitim Genel Müdür Yardımcısı Dursun Doğan Şam Bey’e beni söyledi. Kabul etti ve birkaç gün içinde atamam yapılarak Konya Sağlık Meslek Lisesi’ne tayinim çıktı. 1980 Temmuz ayıydı.


OKUL MÜDÜRÜ AYŞE DİNÇ HANIMEFENDİ HAYATIMIN ŞEKİLLENMESİNDE ROL OYNADI


Okul Müdürü Ayşe Dinç Hanımefendiydi. Ayşe Dinç hanım benim daha sonraki hayatımın şekillenmesinde rolü oldan bir hanımefendiydi. Göreve başladıktan üç ay sonra beni, kendisine müdür muavini tayin etti. Birlikte çalışırken benim bir an önce müdür olmamı sağlamak için de bir süre müdürlüğüne vekâlet ettirdi ve 1990’a kadar burada çalıştım.


O DÖNEMLERDE SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ’NE ALINACAK ÖĞRETMEN VE PERSONELİN SINAVLARINDA JÜRİ OLARAK GÖREV YAPTIM


Sağlık Meslek Lisesi yatılı olduğu için Konya’da değişik zamanlarda merkez olarak okula görevler verilirdi. Bu dönemde Sağlık Müdürlüğü yapan Dr. Ali Rıza Camcıoğlu beni ve arkadaşlarımı Sağlık Bakanlığı Personel Öğrenci Seçme İmtihanı’nda görevlendirdi. Jüride görev aldım. O dönemde Sağlık Müdürlüğü’ne alınan personel ve öğretmenlerin sınavlarında jüri olarak pek çok görevde bulundum.


BAKANLIK TIBBİ TEKNOLOJİ ELEMANI, ÖĞRETMEN VE İDARECİ YETİŞTİREN BİR YÜKSEK OKUL AÇILMASINI PLANLAYINCA


1990’da Sağlık Bakanlığı idareci öğretmen ve tıbbi teknoloji elemanı yetiştiren bir yüksek okul açılması planlanmıştı. Dönemin Genel Müdürü Halil İbrahim Beşer beni ve Atatürk Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Mustafa Yaman Bey’i Ankara’ya çağırdı. Okulu anlattı. “Hanginizi müdür yapalım?” dedi. Mustafa Yaman Bey; ‘Seyit Bey olsun, kız okulunda görev yaptı, problem çıkmadı, bu işi götürür’ dedi. Ben de ‘Mustafa Yaman Bey olsun, okulu yeni, bu işe daha yatkın’ falan dedim. Bir süre sonra Vali Bey beni çağırdı ve müdürlüğümüz 1990’da onaylandı. Hastanenin bulunduğu bina bir dönem poliklinik olarak kullanılmış, ama okul mezbelelik hal alınca tarihi bina devredilmişti. İkinci dönemde SİT alanı olarak ilan edildiğinden çivi çakmamız dahi zor gözüküyordu. Ancak o dönem Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Ayhan Alp’in himmeti ile onarım işini aldık. Kısa bir süre sonra 1991 eğitim yılına başladık. 1998’e kadar Türkiye’nin değişik illerindeki Sağlık Meslek Liseleri’ne meslek dersi öğretmenleri yetiştirdik.


SAĞLIK EĞİTİM MESLEK LİSELERİ KAPANINCA ÜNİVERSİTEYE DÖNDÜM


1998 döneminde de Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitim Meslek Liselerine öğrenci alınmamasını isteyince bu okullar kapandı. Bunun üzerine Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Ana Bilim Dalına ilan edilen öğretim görevlisi kadrosuna müracaat ettim. O dönemde Doçent olan şimdi Profesör olarak görev yapan Muammer Muşta, Prof. Mehmet Tekin, Yrd. Doç. Dr. Adnan Pınar’dan oluşan heyette yazılı ve sözlü sınavlardan başarılı olarak fakülteye öğretim üyesi olarak atandım. Göreve başladıktan bir ay sonra, Rektör Prof. Dr. Abdurrahman Kutlu, önce Sağlık Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü’ne, iki ay sonra da Tıp Fakültesi Dekan Yardımcılığı’na atadı. Dekan Prof. Salim Güngör’dü. Bu arada Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’na müdür olarak da vekâlet ediyordum. Uzun bir süre her iki okulun da müdürlüğünü yürüttüm. Rektör değişikliğinden sonra Sayın Prof. Süleyman Okudan’dan affımı talep ettim ve Eğitim Fakültesi’ndeki görevime döndüm.


ZÜMRÜT SİTESİ FACİASINDA 10 BİRİNCİ DERECE YAKINIMI KAYBETTİM


Ancak bu arada özellikle Konya’yı, ülkeyi yasa boğan Zümrüt Sitesi faciasını yaşadık. Orada tam 10 birinci derecede yakınımı kaybettim. Bir süre sonra Rektör Süleyman Okudan Bey beni makamına çağırarak bir takım çalışmaların yapılmasını istedi ve benim tekrar, sağlıktaki görevime dönmemi, Sağlık Hizmetleri MYO Müdürü olmamı istedi. Elbette severek kabul ettim ve bir süredir de bu görevi yürütüyorum. 


27 YIL BOYUNCA EBE, HEMŞİRE, SAĞLIK MEMURU, SAĞLIK TEKNİSYENİ VE ÖĞRETMEN OLMAK ÜZERE YÜZLERCE İNSANIN YETİŞMESİNE VESİLE OLDUK


1980’den 2007’ye kadar 27 yıl boyunca ebe, hemşire, sağlık memuru, radyoloji teknisyeni, laboratuar teknisyeni, anestezi teknisyeni gibi yüzlerce öğrencinin yetişmesine vesile olduk. Eğitim Fakültesi’nde de yüzlerce öğretmenin yetişmesine gayret gösterdik. Toplam 31 yıllık eğitimci, 27 yıllık yönetici olarak yüzlerce teşekkür, takdir belgesi aldık.


EĞİTİME ADANMIŞ BİR ÖMÜR


Ömrünü eğitime insan yetiştirmeye adamış bir insan olarak rahmetli babasının izinde en iyisini yapabilmenin uğraşını veren konuğumuz okumayı, müzik dinlemeyi seviyor. Eskiden pul koleksiyonum vardı diyen Emiroğlu ‘ Öyle profesyonelce spor yapamadım ama İHL’de güreş yaptık. 87’de Prof. Saim Sakaoğlu hocama Konya Efsaneleri ile yüksek lisansımı verdim. Konya Meram Masalları ile doktoramı yaptım’ derken eğitimciliğin vazgeçilmez parçası olan yazma konusundaki kaleminin gücünü de mütevazı bir şekilde ifade ediyordu.