Rabbimiz dünyayı yarattıktan sonra, bu mekâna ilk misafir olan biz olmadık. Âdem atamız cennetten indirilmeden önce dünyada yaşayan varlıklar cinlerdi. "Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyât Suresi 56. Ayet Meali) ayetinde cinlerin, insanlardan önce zikredilmesinin hikmetlerinden birisi de budur.
Cinler dünyada yaşıyor, tıpkı bizim gibi imtihana tabi tutuluyorlardı. Onlara da “Vali” denilen elçiler geliyor, doğru yolu gösteriyorlardı. Tıpkı insanoğlu gibi cinler de zaman zaman azıyor hatta peygamberlerini bile öldürüyorlardı. Alemlerin Rabbi olan yüce Allah ta, murad ettiği zaman gönderdiği melek ordularıyla azan, isyan eden cinleri öldürüyor, tıpkı Nuh Tufanı’nda olduğu gibi salih kullar yaşamaya devam ediyordu ve bu döngü devam edip gidiyordu.
Melek orduları dünyaya her inişlerinde, cinlerden bir kul görüyorlardı. Azazil ismindeki bu cini, belki binlerce yıl aralıklı her inişlerinde sürekli ağlar, Allah’a ibadet eder bir halde görüyorlar ve onu aralarında konuşuyorlardı. Nihayet Allah’a dua ederek Azazil’i Cennet’e, kendi katlarına almasını istediler. Rabbimiz “En doğrusunu Ben bilirim, siz bilmezsiniz” kaydıyla, meleklerin isteklerini yerine getirdi ve Azazil’i Cennet’e aldı.
O, alim ve abid bir kul idi. Ona tüm kâinatın kapıları açıldı, istediği yere gidip gelebiliyor, meleklere de tabiri caizse hocalık yapıyordu.
Azazil birgün Allah’a “Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim” yazısını ve oradaki şeytanı sordu. Çünkü bu yazıyı görüyor ve meraklanıyordu.
“Vakti gelince öğreneceksin” cevabını aldı ama merakını bir türlü gideremedi.
Derken Rabbimiz, atamız Âdem aleyhisselam’ı yarattı. Âdem atamız henüz içine ruh üflenmemiş, çömlek gibi bir ceset halindeyken Azazil, O’nun etrafında dolaşıyor, “muhakkak senin hakkından gelirim” diye içinden geçiriyordu. Hatta cesede tükürdüğü, onun tükürdüğü yerin melekler tarafından temizlendiği, tükürdüğü yerin bizim göbek deliğimiz olduğu, oradan alınan parçadan da köpeğin yaratıldığı ve köpeğin insana sadık olmasının sebebinin de bu olduğu, bize gelen bilgiler arasındadır.
Sonunda Âdem atamıza ruh verilir ve meleklere de, meleklerle beraber olan Azazil’e de secde emri verilir. İşte burada Azazil, nefs taşımasının sonucu benliğine mağlup olur, batıl bir kıyas yapar.
“O topraktan yaratıldı, ben ateşten. Bana bütün kâinatın kapıları açıldı, ben ibadetkâr bir kulum, meleklere arkadaşlık yapıyorum, Cennet’e girebildim, ilim sahibiyim, çamurdan yaratılmış benden daha aşağılık bir varlığa mı secde edeceğim” gibi nefsani düşüncelerle Rabbi ’ne isyan etti ve o merak ettiği şeytan haline geldi.
İşte bu yüzdendir ki “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez." (Tirmizi, Birr, 361) demiştir Peygamberimiz. Şeytanı şeytan yapan ameldir kibir, kendini beğenmişlik, üstünlük duygusu, başkasını aşağı ve küçük görme.
Sen binlerce yıl ibadet edeceksin, zikredeceksin, meleklerin övgüsüne mazhar olacaksın, sana Cennet ve tüm kâinatın kapıları açılacak ama sonunda kibir sebebiyle kovulmuş, lanetlenmiş olarak ebedi cehennemlik bir hale geleceksin.
İşte burada şu soru ve konu önümüze geliyor. “Aslolan nedir?”
Aslolan sadece ibadet ve zikir olsaydı, şeytan şeytan olmaz, cennetten kovulmazdı. Aslolan sadece kalp olsaydı da, ibadetsiz hele hele namazsız cennete girilemeyeceği kaidesi önümüze konulmazdı yine Rabbimiz tarafından.
Sorunun en net cevabı Peygamberimiz’in şu hadisinde önümüze konuluyor belki de:
"Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
Kalbimiz ve amellerimiz.
Günümüz insanının en büyük sorunlarından birisi bu konudur. Kimimiz hiçbir amel yapmaksızın veya çok az bir amelini yeterli görerek “Benim kalbim temiz” safsatasıyla kendini avuturken, kimisi de sahip olduğu ilim ve yaptığı amellerle kendini tıpkı şeytan gibi bir üstünlük makamına koyup başkalarını küçük görme yoluna gidiyor. Kendini alim, kendi dışındaki herkesi cahil, avam zannediyor.
Dengeyi korumazsak Allah korusun sonuç çok kötü. Zerre kadar kibir bizi cehenneme sokmaya yeterken, bizdeki kibrin kaç ton geleceğini tartmaya teraziler yetmiyor. Kimimiz dünyalıklarla, kimimiz ilmi ve ibadetiyle hasat zamanında kapatıyor kibrin tamamını.
Oysa Allah’ın kime değer verdiğini biz gerçekten bilemeyiz:
“İnsanlar arasında saçı başı dağınık, kapılardan kovulan (insanların gözünde değersiz) öyle Allah’ın kulları var ki, bir konuda yemin etseler, Allah onların yeminlerinin bozulmaması için isteklerini yerine getirir.” (Müslim, hadis no: 2622) buyuruyor Peygamberimiz hadisinde.
Yani sizin bizim beğenmediğimiz bir tipten bahsediyor. Saçı başı dağınık, üstü başı perişan, sadaka veresin gelen bir tip belki de. Ama o kişi, Allah katında öyle değerli ki Allah onun yeminini yerine getiriyor.
O halde şeytanı şeytan yapan kibir hasletinden kurtulmak için elimizden geleni yapmalı, gerekirse gözyaşı dökmeli Rabbimiz’e yalvarmalı ve kibirden kendisine sığınmalıyız.
Yazının bir diğer konusu ise şeytan aleyhillane.
Bu varlık, okuduğunuz üzere Âdem atamızdan daha önceden beri yaşıyor. Bizim tabirimizle çok görmüş, geçirmiş. Çok tecrübe sahibi olmuş. İlmi de, bilgisi de çok fazla. Aslında ondan korunmanın çok basit bir yolu var. Bunu kendi ağzıyla söylüyor:
“İblis dedi ki: “Ey Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara kötü davranışları süsleyeceğim ve ihlâslı kulların hariç onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (Hicr Suresi, 39-40. Ayetler Meali)
Yani ihlaslı olmamız halinde şeytan bizi saptıramıyor. Çok mu zor ihlaslı yani samimi bir kul olmak? Riyanın zıddıdır ihlas ve aslında pek te zor değildir ama imtihan ya işte, zor gelir dünya cenderesinde.
“İblîs dedi ki: "Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.
Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın." (A'râf Suresi - 16-17 . Ayetler Meali)
Şeytan burada da bize kendi ağzından kendi yolunu gösteriyor.
- “Senin doğru yolun üzerinde oturacağım”. Yani şeytan, İslam dini üzerinde olanlarla uğraşıyor saptırmak için.
- “Önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından sokulacağım”. Burada alimler şeytanın sağdan yaklaşmasını, dini meselelerde özellikle dinde olmayan şeyleri dindenmiş gibi göstererek kulları saptırmaya çalıştığını belirtmişlerdir. Bid’at ve hurafe dediğimiz ameller işte burada baş gösteriyor. Dinimizde aslı yok ama sanki zararsızmış gibi, “canım, bunda ne var, yapsak ne olur, Allah için yapılıyor…” gibi safsatalarla bid’at ve hurafeleri gündelik amellerimizin içine sokarak bizi dinden uzaklaştırıyor şeytan.
Araştırın efendim, dininizi araştırın. Bid’ati, hurafeyi, batıl inancı öğrenin. İyi niyetle 5
rekat namaz kılsanız kabul olmaz, günlük 5 vakit namazını 6 vakte çıkarsanız olmaz. İyi niyet değildir bizim ölçümüz, ayet, hadis ve sahabedir.
Günahları da hafif gösterir şeytan insana. “Bir kereden bir şey olmaz, herkes yapıyor, Allah affeder, kim görecek kim bilecek…” türünden kılıflarla kanımıza giriyor. Damarımızda kanın gezdiği gibi gezer şeytan, Peygamber diyor ben demiyorum.
Unutmayın: Tren rayları arasındaki fark 1 santimetre ile başlar. İki ray arasındaki ilk fark 1 santimetre iken sonra yarım metre, 1 metre, 10 metre olur ve en sonunda bir bakarsınız ki raylardan biri Ankara’ya giderken diğeri Antalya’ya gitmiştir. Umursamadığınız ufacık görünen günahlar sizi büyük küfürlere götüren yol ayrımı olabilir Allah korusun.
Şeytan öyle profesyoneldir ki, kime nasıl, ne zaman, nerede, ne kadar yaklaşacağını bilir. Mesela, kendisine tapılan putlar aslında vaktinde yaşamış salih kullardır. Şeytan insanlara gelerek “O salih kul öldü, siz onu unutmayın, onu hatırladıkça onun öğretilerini de hatırlarsınız, bozulmazsınız, onun bir resmini yapın ve baktıkça onu hatırlayın, böylece imanınızı korursunuz” demiştir ve bu masum ! düşünce nesiller sonunda kendisine tapılan putlar haline gelmiştir.
Bu uzmanlıktaki şeytandan kendimizi korumak ta, işleyen demir ışıldar misali sürekli kalpte imanı taze tutmakla yani sürekli ihlaslı bir şekilde Allah’ın dinine yardım etmekle, ibadetlerle, tefekkürle sağlanır Allah’ın izniyle.
- “sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın." Demek ki Rabbimizin bizden istediği en önemli unsurlardan biri şükretmektir ki şeytan da bizi saptırarak sükürsüz olmamızı sağlamaya çalışacağını bildiriyor. Şükür konusu apayrı bir konudur, başlıbaşına bir yazı konusudur. Bu sebeple araştırın, nedir şükür, nasıl yapılır, “Ya Rabbi şükürler olsun sana” demek, şükür için yeterli midir?
Biz devam edelim.
Cehennem kötü bir varış yeridir.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (Tahrîm Suresi- 6. Ayet Meali) buyuruyor Rabbimiz. İhlaslı olmaya bakalım, salih kullardan olmak için dua ve gayret edelim. Şeytanın tuzaklarını öğrenelim.
Ölüm denilen zil çaldığında kâğıt kalem bırakılıyor ve sınav kağıdına ne yazdırdıysak, nasıl bir kalp hazırladıysak öyle muamele ediliyor bize.
Cehenneme gitmemeye bakın, Cennet güzel.
Varsın gerekirse bu dünyamız cehennem olsun, ebedi alemde varacağımız yer sonsuz cennet olduktan sonra değmez mi?
Şu hadisle yazımı noktalıyorum:
“Kıyamet gününde cehennem ehlinin en müreffeh hataya sahip olanı (hayatı, evi, aracı, kıyafeti, dış görünüşü, lüksü, yediği, içtiği, törenleri en gösterişli olanı) getirilecek, bir kez ateşe batırılacak ve denecek ki:
“Ey Âdemoğlu, dünyada hiç hayır gördün mü? Orada sana hiç nimet verildi mi?” O da diyecek ki: “Hayır, vallahi görmedim”
Sonra dünyada en çok sıkıntı çekmiş olan kişi getirilir, (öyle ki neredeyse açlıktan ölecek kadar fakirdir, üzerini örtecek hiçbir şeyi yoktur, tahammül edilemez hastalıklara maruz kalmıştır. Yani dünyada en çok sıkıntı çekmiş kuldur ve) cennet ehlidir.
O da cennete bir kez sokulur ve sorulur:
“Ey Âdemoğlu, Dünyada hiç sıkıntı çektin mi? Herhangi bir musibet başına geldi mi?”
O da der ki: “Hayır, vallahi sıkıntı çekmedim.”
(Müslim Enes b. Malik (r.a.)’dan nakletmiştir)