Şeytanın Hayaları

yazar-34

Refah Partisi’nin bir Büyükşehir Belediye Başkanı vardı Erzurum’da, Ersan Gemalmaz. İyi insan olduğunu söylerlerdi bilenler. Şahsen bir tanışıklığımız olmadığından, tanıyan insanlardan sözüne itibar edilenlerin ifadelerine dayanarak biz de kendisini iyi bilirdik, Allah selamet versin. Malum, iyi insan olmak, bulunduğu konumda başarılı olmanın yeter şartı değildir. Hatta kötü olup da bulunduğu mevkide başarılı olanların sayısı hiç de az değildir. Eskiler “ahlâksıza ilim ve makam verilmez” derlermiş ve bu konuda, hâkim noktada olanlar, olabildiğince itina gösterirlermiş. Buna rağmen, az sayıda da olsa, her çağda ahlâkı kıt insanlar bir kısım mevkileri işgal edebilmişlerdir. Bu, ya fark edilemeden yükselme, ya, sonradan bozulma biçiminde ortaya çıkmıştır.Dönelim Ersan Bey’e…Ersan Bey, nedendir bilinmez, akrabalık ilişkisinden midir, yoksa etkili bir dost iltiması nedeniyle midir, Erzurum’da partisi için en ciddi rakip olan partiyle gönül/fikir bağı olan birini özel kalemi ve başdanışmanı yaptı. Tüm ikazlara rağmen, o kişi sonuna kadar o konumunu muhafaza etti. Bu kişinin oluşturduğu set nedeniyle insanlar başkana ulaşamadılar. Gerçi bunda başkanın mizacının da rolü olduğu söyleniyordu; başkanın çok sosyal olmamasından dolayı insanlarla çok görüşmediği de ifade ediliyordu, ama bu kişinin başkanı izole etme etkisi inkâr edilemez. Başkan o kadar halktan kopuktu ki, Cuma günleri cami girişinde bile, hiç kimse ile kısacık da olsa hasbihal etmez, çıkışta da, doğru arabasına giderdi.Döneminde Erzurum’a ciddî hemen hiçbir şey yapılmadı. Hatta vazgeçilemez belediyecilik hizmetleri bile aksadı: Çöpler vaktinde toplanmadı; bir boru patlasa tamirat (tabiî halkın mağduriyeti de) günlerce uzadı. Yapılan şeyler de, yanlış yönlendirme etkisiyle, yanlış sonuçlar doğuracak şeylerdi ve nitekim bu uygulamalarla da ayrıca kamunun hıncını çekti. Bu tablo neticesinde kendi partisinden insanlar bile Ersan Bey için olumlu şeyler söylemez oldular. İlk seçimde de, çok ezici bir üstünlükle, rakip parti başkanlığı aldı. Gerçi, siyasetin rüzgârı genel seçimde de o partiden yana esiyordu, ama yine de Ersan Bey biraz başarılı olsaydı ‘Yenildi, ama ezilmedi’ tablosu oluşabilirdi; olmadı. En azından, çevresinde eski dostları kalabilirlerdi; ama kalmadılar.İnsanoğlu ‘zalumen cehula’dır; ne geçmiş toplumsal tecrübelerden ders alır, ne de bireysel tecrübelerden. Yaşanmış olaylar üzerinde düşünüp onlardan ders alan, davranışlarını, çıkan derslere göre düzenleyen insan sayısı, maalesef, oldukça azdır. İlahiyattan bir kısım hocanın randevu isteyip de aylarca randevu alamadıklarını öğrenince nedense aklımıza bu hatıralar geldi. Nasihatleri/önerileri/projeleri ile zihin konforumuzu bozar, fildişi kulemizde bizi rahatsız ederler diye mi tenezzül(!) edilmedi acaba? Bilmiyorum, o hocalar görüşebildiler mi, yoksa yorulup işin peşini mi bıraktılar? Geçenlerde, bir ağabeyimizle yapılan röportajda da nihayet ‘Artık ya bu sefer görüşürsünüz ya da hiçbir sefer’ sözünden sonra, ancak görüşmenin gerçekleşebildiğini okuduktan sonra Ersan Gemalmaz Bey’i yine hatırladık. Allah uzletinde onu mutlu etsin(!)Halkla ilişkilerin günümüzde ulaştığı noktayı inkâr ediyor değiliz. Büyük boy ilânlarda/reklâmlarda bilmem kaç bin öğrenciye burs verdiğinizi; şehrin doğal gaza kavuşması çabalarında büyük gayretler sarf ettiğinizi; bilmem şunu… bunu… başardığınızı en işlek kavşaklarda insanların gözüne sokabilirsiniz. “……… Çalışıyor” yollu bez afişler de asabilirsiniz. Bunlar, belki bazılarını etkileyebilir de. Ama aslolan dostların etkilenmesidir ve ‘dostların, doğru etkilenmesi’dir!Memleket anketinde Konya’nın en önemli sorunu, ‘yönetim sorunu’ çıkmış! Konumuzla ilgisi var mı acaba? İkinci sorun, trafikmiş. (Öncekiyle bağlantılı olan bu soruna da değineceğiz inşallah.)İki çok samimi dosttan biri bir gün vezir olur. Beriki coşkuyla kutlar dostunu, sevinir, gönenir. Birkaç gün içinde uğurlarlar veziri payitahta. Beriki bekler ki, vezir kendisine yakınında bir yer göstersin; illâ etkili ve getirili bir makam olmasın, ama hiç olmazsa dostuna yakın olsun ve onu gerektiğinde uyarabilsin, olumlu kararlar almasına yardımcı olsun. Bu beklenti uzunca bir süre gerçekleşmez. “Ne oldu yahu? Gidip bir görüşeyim. Bilmeden büyük bir hata mı yaptık yahut münafıklar hakkımızda bir yalan uydurarak dostumuzu bize düşman mı ettiler, yoksa?” diyerek kalkar payitahta gider. Fakat bütün çabalarına rağmen ne randevu alabilir ne görüşebilir. “Bari vezaretin kapısına gidip de kendimi göstereyim” der ve vezaretin kapısına gider, girişte veya çıkışta vezirin dikkatini çekeceğini umarak. Nafile. Vezir, dostunu asla görmez! Gel zaman, vezir vezaretten düşer, eski iline döner. Düşmüş adamın tek ve en candan dostu yine eski dostu olur ve olgunluk gösterip hiç de hesap sormaz. Gün gelir bizimki yine vezir olur. Vefakâr ve cefakâr dost “Bu kez akıllanmıştır, geçmişteki hatayı yapmaz” der ve aynı beklenti içine girer. Yine aynı süreç yaşanır ve sonuç aynıdır: Vezaretin kapısında bile dikkatini çekemez.Kader… Yine vezaretten düşüş ve yine samimi dostun o zor günlerdeki sahiplenmesi. Ama bu kez soracaktır ve bir zaman geçince sorar: Yahu arkadaş, .. böyle böyle oldu, senden bir davet gelmedi. Ben de hiç olmazsa kendimi gözüne sokayım diye senin kapına kadar geldim. Lâkin yine beni görmedin, benimle ilgilenmedin. Bu ne iştir? Vezir der ki: Arkadaş bazı makamların özel şeytanları vardır. Makama kim oturursa hemen gelir onun başının üstüne oturur. Bu şeytanların öyle büyük hayaları vardır ki, bunlar, makam sahibinin iki gözünün önüne kadar sarkar. Makam sahibi hiçbir şey göremez olur. Sadece o şeytanın müsaadesi nispetinde görüşü açılır. Makamdan düşünce de şeytan kalkar ve makamın yeni sahibinin başına oturur. Düşen, ancak o zaman gerçek görmeye kavuşur. İşte sebep budur.Ákil insanlar, hele de Mü’min/Müslimlerse, şeytanın ‘apaçık bir düşman’ olduğunu ve herkese, özellikle de hüküm sahiplerine musallat olduğunu bilen ve ona göre tedbir alan insanlardır.Nedendir bilmiyorum, beynimde Selimoviç’in ‘Derviş’i bir girdap gibi dolaşıyor, dolaşıyor… Adeta beynimi oyuyor. ‘Derviş’leşmek mi? Allah (cc) korusun!Geçen gün bir büyüğüm “Hani zülfikârın, şu geleni geçeni biçtiğin?” demişti de, biz mahcup olunca, “Üzülme ve devam et! Biz senin iyi niyetle ve can acısıyla, gönülden yazdığını biliyoruz ve yazılarının sıkı takipçisiyiz” diye sözlerini tamamlamıştı. Sevinmiş, teselli bulmuştuk.Mü’minlik-Müslimlik büyük şereftir. Elhamdülillâh Müslüman’ız ve sadece kardeşlik hukukunun gereğini yapmaya çalışıyoruz.

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.