Başbakan Erdoğan’ın hafta sonu “kürtaj cinayettir, sezaryen doğuma karşıyım” demesiyle birlikte gündem hızlı bir şekilde değişti. Bu açıklama üzerine, büyük şehirlerde bazı kadın kuruluşları protesto yürüyüşleri yaptı, siyasi demeçler verildi ve konu basın-yayın organlarında kıyasıya tartışılmaya başlandı.
Başbakan Erdoğan, kürtaj ve sezaryenle ilgili olarak sadece görüşünü söylemedi, ayrıca, gerekçelerini de sıraladı. Gerçekten bu gerekçeler üzerinde durulması gerekir. Örneğin, Türkiye’de 2011 yılında toplam doğumlar içinde sezaryenlerin oranı devlet hastanelerinde 36,8, üniversite hastanelerinde 65,9, özel hastaneler ise 66,6 olarak gerçekleşmesidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), sezaryen oranlarının % 5–15 arasında olması gerektiğini, % 15 üzerindeki oranların yarardan çok zarar getireceğini söylüyor. Evet, bu konu ciddi ve üzerinde durulması gerekir. Mutlaka bu konuda toplumumuzda bir farkındalık bilinci oluşturulmalıdır.
Sezaryen meselesinde rakamlar ortada. Resmi yetkililerin verdiği bilgilere göre, sezaryen doğumlar, Türkiye’de Avrupa Birliği ülkelerine göre fazla yer tutuyor. Türkiye’de sezaryen doğumlarda anormal bir artış var. Bu artış, en çok özel hastanelerde gerçekleşmiş. Burada şu sorulara cevap aranmalıdır, diye düşünüyorum.
Acaba normal yollardan doğumun seçilmemesinin arkasında para kazanma hırsı mı vardır? Bu sebeple anne adaylarının sağlığı tehlikeye mi atılmaktadır?
Türkiye’de nüfusun düşürülmesi projesinin arkasında kimler vardır?
Avrupa’da gittikçe doğurganlık oranları düşmektedir. Bu sebeple kiliseler kürtaja karşı halkı bilinçlendirme seferberliğine girişmişlerdir. Kaldı ki, başta ABD olmak üzere AB ülkelerinde sezaryen doğum oranları çok düşüktür. Devletler, daima normal doğumu tavsiye ediyorlar. Çünkü ikiden fazla sezaryen doğumların anne için hayati tehlike oluşturduğu ifade ediliyor. Elbette gerek anne ve gerekse çocuk sağlığı bakımından bir hayati tehlike ortaya çıkacaksa, sezaryen doğum tercih edilebilir. Şu da unutulmamalıdır ki sezaryen doğum, bir ameliyattır. Her ameliyatın insan performansı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiği bir gerçektir. Bu sebeple, doğal doğum yolu tercih edilmelidir.
Kürtaja gelince, kürtaj, anne veya bir başkasının müdahalesiyle ceninin rahimde ya da dışarı çıkarılarak öldürülmesi olayıdır. Her ne kadar, ilk on haftadan sonra ceninin canlandığı ifade ediliyorsa da, tıp alanında uzmanlaşmış bilim adamlarının verdiği bilgilere göre, hamileliğin üçüncü haftasından sonra kalp atmaya başlıyor. Hamileliğin 24. ve 25. günlerinden itibaren göz ve kulakla ilgili oluşumlar, kol ve bacakla ilgili belirtiler ortaya çıkıyor. Hatta 30. günde gözdeki lens, 36–42. günlerde el ve ayak parmaklarını ayıran oluklar ve dış kulak taslağı oluşuyor. Yani, ilk kırk gün içinde birçok organ belirmeye başlıyor. Bu durumda 120 gün kavramı da iflas etmiş olmaktadır.
Netice itibariyle, dinimiz, hiçbir hal ve şartta annenin sağlığı ciddi manada tehlikeye girmediği müddetçe kürtaja izin vermiyor. Kimin ne şekilde nasıl bir görüş sergilediği bizim açımızdan önemli değil, önemli olan bu konuda dininizin görüşüdür. Normal doğum, annenin hayatını tehlikeye sokacaksa veya annenin ileriki yaşlarında sağlığına ciddi ve hayati denilebilecek boyutta birtakım arızalar getirecekse o takdirde kürtaj yapılabilir. Yoksa dinimizde kürtaj caiz değildir.