Helena'nın doğumyeri kesin bilinmemekle birlikte en yakın ihtimali 6. yüzyıl tarihçisi Prokopius verir:
Helena'nın Küçük Asya'da bulunan Bithynia eyaletinin Helenopolis şehrinin yerlisi olduğunu söyler. Oğlu I. Konstantin, 330 yılında annesinin ölümünden sonra bu şehrin adının "Helenopolis" olarak değiştirmiştir, bu eylem doğduğu yerin orası olduğuna dair inancı kuvvetlendirmektedir. Tarif edilen yer kısaca bu günkü İznik civarı diyebiliriz.
Bithynia bize hiç yabancı gelmez çünkü sonraki yüzyıllarda Osmanlı beyliğinin ilk yerleşim yerleri de bu eyalet içindedir.
Helena bir hancı kızı iken, o bölgede bir savaşa katılan Konstantius ile tanışır. Aralarında başlayan aşkın resmi evliliğe dönüşüp dönüşmediği tartışmalıdır. Bazı kaynaklar resmen evli olduklarını söyler, bazı kaynaklar ise asil olmadığı gerekçesiyle Helena’nın bir cariye olarak kaldığını… Konstantius Chlorus ile ilk ne zaman tanıştığı bilinmemektedir.Tarihçi Timothy Barnes, Konstantius, İmparator Aurelian'a hizmet ederken, Zenobia'ya karşı yaptığı savaşta Küçük Asya'da kalırken tanıştıklarını önerir. Barnes, Aurelian'ın hamilerinden birinin mezar taşına dikkat çekerek, imparatorun 270 yılından hemen sonra Bitinya eyaletinde olduğunu belirtir.
Helena, geleceğin imparatoru I. Konstantin'i 270 yılından hemen sonra belirsiz bir yılın 27 Şubat'ında doğurmuştur. Muhtemelen 272 yılı civarında. Doğumu, Naissus , bu günkü Sırbistan'ın Niş şehrinde yapmıştır. Bu çocuğa rağmen ondan ayrılan Konstantius, saltanat kazanmak için imparator Maximian’ın kız kardeşi Theodora ile 293 yılında evlenir.
Helena bu ayrılıktan çok incinir ve kendi kabuğuna çekilir ve bir daha evlenmez ve başka çocuğu yoktur. Oğlu Konstantin, annesine derin bir bağla bağlıdır ve Helena da oğlunu hiç yalnız bırakmaz. Hayatının bu dönemi bizim için gizemlidir. Helena tekrar evlenmemiş, annesine karşı derin bir saygı ve sevgi duyan tek oğluna yakın bir şekilde meçhul bir hayat yaşamıştır. Ta ki oğlunun tahta çıkacağı 306 yılına kadar... O dönemler içinde Hz. İsa'nın çağrısından haberdar olduğunu ve inancına dualarına tutunduğunu tahmin etmek hiç zor değil. Muhtemelen yasak olan dinini saklamak için de gözlerden uzak yaşamayı seçmiştir.
Konstantin otuz beş yaşlarında iken , babası Konstantius'un ölümünden sonra Konstantius'un birlikleri tarafından Roma İmparatoru olarak ilan edilir. Bu olaydan sonra Helena, kamusal alana ve imparatorluk sarayına geri dönmüştür.
324’de Konstantin, Licinius’u, savaşta yener, doğu ve batının tek hâkimi olur. Zaferini annesine ithaf eder ve ona Julia Augusta unvanını verir. Bundan böyle, taç giyme ve para üstüne resmini bastırma hakkı vardır. O dönemde bir hancının kızı olmak onur kırıcıdır ve oğlunun imparator olması nedeniyle zirveye geçiş yapması pek çok zıtlığın kavuşmasıdır aslında. Onun Augusta olması hem doğu ile batının, (Asya- Avrupa) hem asil soy ile halkın, hem de dinlerin kavuşumu gerçekleşmiştir. Bir köprü gibidir bu yüzden Helena…
O'nun bütün bu yönleri Kudüs'e yaptığı efsanevi hac ziyareti sırasında üç yıl kaldığı Sille'de ve bu belde ile bütünleşmiş kendi ismini taşıyan Aya Elena Kilisesi'inde görülebilir.
Şunu da hatırlatmam gerekir ki Helena bu kiliseyi yaptırdığında Hz. Muhammed(s.a.s) 'in doğumuna daha iki yüzyıldan fazla bir zaman var. Yani Allah katında geçerli din, adına ne denirse densin Hz. İsa (a.s)'ın dini ve o devrde inanalar büyük bir zulüm altında. Ve müslümanlar Kuran'ı Kerim'de Allah'ın tüm peygamberlerine inanmakla emrolunmuştur. Buna rağmen Roma'nın zulmü altında inleyen inanların kurtarıcısı ve Hz. İsa'nın samimi ümmeti olan büyük imparatoriçe hiç tanınmamaktadır. Belki bu yüzden Aya Elena Kilisesinin bakım ve yenileme çalışmlarını üstlenen Selçuklu Beldiyesi'nin cahilce eleştirildiğini hala duyuyor görüyorum. Bunu söyleyenlere Kiliseye uğrayıp bundan önceki tadilatı yaptıran Osmanlı Sultanı II. Mahmut ile ilgili kitabeyi okumalrını tavsiye ederim.
İslamdan önce veya sonra tüm ibadethaneler kültürel bir varlık olarak korunmalıdır. Ama Aya Elena Kilisesi'nin tüm inananlar için bir anlamı olduğu da unutulmamalı.
Çünkü, Konstantin imparator olduğunda, Roma devleti adaletsizlik ve ahlaksızlık içinde yüzüyordu. Helena, devletin kanunlarında ve işleyişinde önemli değişiklikler yapılmasına öncülük etmiştir. Asil olmayan fakir halkın koruyucusu, hastaların şifacısı olan Helena, hazineyi halka açmış, pagan inançların yozlaştırıcı kültürünü Hristiyanlıkla değiştirmiştir. Paganizm ile Hristiyanlık arasında ortada durmaya çalışan oğlu üzerinde bu konuda çok büyük etkisi olmuştur. O zamana kadar eziyet gören Hristiyanların devlet eliyle korunması dönemi onun sayesinde başlamıştır.
325 yılında Augusta ünvanı almış ve 330 yılında ölmüştür. Helena'nın lahiti Vatikan müzesinde görülebilir. Bağlantı sıklıkla sorgulansada, yanındaki lahitte kız torunu Azize Konstantina (Azize Konstans) yatmaktadır. Özenle hazırlanmış rölyeflerde avcılık sahneleri yer alır.
Helena hayatı boyunca fakirlere hediyeler vermiş, mahkûmları serbest bırakmış ve mütevazı elbiselerle sıradan dindarların arasına karışmıştır.
Helana'nın lahiti Vatikan'da ne geziyor ayrı bir yazı konusu. Ve o ünlü hac yolculuğu , kutsal emanetlerin ünlü romanlara kadar ulaşan gizemli hikayesi de...
Bir gün tüm bunları da yazmak isterim fakat Sille'den geçerken Aya Elena Kilisesine bir uğrayın o genç güzel saf temiz hancının kızını bir düşünün. Aşkını, anneliğini , imparatoriçeliğini, ve onca karmaşa içinde müminliğini , azizeliğini...
Her renkte bir başka mana her pencerede ayrı bir ışık bulamcaksınız. Ve samimi bir imanın kaç yüz yıl geçerse geçsin taşların hafızasından mekanın havasına hoş bir rahiha saldığını hissedeceksiniz.