Konya’da en güzel aylardan ikisi eylül ve ekim. Konya, bağından bahçesinden nesi varsa bu iki ayda döker, pazarlara…
Farkında mısınız, sabahları bir limonata serinliğinde? Derinlerde bir belli belirsiz hüzün; nedeni anlaşılmayan izahsız ıpıl ıpıl bir sevinç.
Farkındayım; çocuklar için, torun/torba için nefes nefese koşuyorsunuz; saçınızı süpürge ediyorsunuz. Ama, bir de “kendiniz”var. Hissediyor musunuz? Bir dingin saatinizde; o da sizden kendisine vakit ayırmanızı istiyor.
Bu Pazar geçti; gelecek pazarı kendinize ayırabilirsiniz. Ayırırsanız kıyamet de kopmaz. Eminim, pazarda gezerken “Yaşama sevinci”niz artacak.
PAZARLAR ŞENLİK YERİ GİBİ…
Eylül, ekim Konya’nın “döküm zamanı” bağından bahçesinden nesi varsa döker pazarlara.
Divleğin tam zamanı. Çumra’nın “Çini kızları” öbek öbek sergilerde.
Konya’ya özgü “kıl biber”ler; hırtlaklar, şen hıyarları son haftalırnda.
“Yerli” sebzelerden ne bulabilirseniz bu ayda bulabilirsizin; ne alabilirseniz bu ayda alabilirsiniz.
Artık her mevsim her şey var. Yaz sebzeleri kışın her ayında; kış sebzeleri yazın her ayında. Ama; şekli, rengi o sebzeye benzeyen sebzeler. Salatalık görüntüsünde, ama kabak tadında salatalıklar; domates şeklinde, renginde, kayış gibi domatesler.
Toprak, su, hava sebzeye, lezzetine etki eder. Konya toprağında yetişen sebzelerin lezzeti kendine özgü. Benzersiz, şahane…
Yukarıda, söze girerken “kendinize de vakit ayırmalısınız” demiştim. Bunu yapın bu Pazar. Muhacir Pazarı en zengin ayını yaşar bu ayda.
Pazarın ortalarında yer tutmuş, Pazar Pazar gezen esnafı boş verin; onlar kime satarsa satsın, başka şehirlerin seralarından getirdiklerini. Siz, “Konyalı sebzeleri” arayın. Pazarın arka sokaklarında, nereyi bulmuşlarsa oraya sepetlerini koyan Karaslan’lı, Alakova’lı, Hatıp’lı, Çayırbağ’lı, saraçoğlu’ndan bahçıvanlar var. Zaten ikide bir “yerli bunlar” diye seslenirler.
Gelecek kpazar babanız gibi, dedeniz gibi davranın. Yapabilirsiniz bunu; ne de olsa aynı topraktansınız. Onlar Çayırbağı üzümlerini, Hatıp üzümlerini, Sille üzümlerini sepetleriyle alırlardı. Kavundaki karpuzdaki ölçüleri at arabasıydı. Pazardan bir “Antalya arabası” kiralarlar üç yüz kilo divleği arabaya attırırlar, kendileri de arabanın arkasına biner, ayaklarını sarkıtır, evin yoluna düşerlerdi. Komşularda nasibini alırdı, bir at arabası divlekten.
Halâ bulabilirsiniz, Konya’ya özgü, sarının en güzeli “hanım teni” sarı fasülyeleri, turşunun alası için.
Son yıllarda, bizim Konya’nın “Şen hıyarı”na herkes “acur” demeye başladı. Siz kulak asmayın, güney Anadolular “acur” der. Ama o, bizim “Şen Hiyarımız”dır.
Pazarlarda hala var, şen hıyarı. Turşusuyla şimdilerin modası “kornişon hıyarı” turşusunun boy ölçüşmesi mümkün değil.
“Hırtlak” konusunda da sizi uyarıyorum. Bu önümüzdeki iki hafta son şansınız. Kaçırırsanız “turşuluk hırtlak”ları, gelecek son baharı beklersiniz.
Konya’da turşu dendi mi hırtlak, şen hıyarı, alacalı gök domates akla gelir. Sirkeye gelince. Çayırbağı, Hatıp, Sille üzümlerinden yapılmış sirkeyi de bir araştırın.
ALIÇ ÇIKTI HABERİNİZ VAR MI?
Hatırlar mısınız? “Gök soğan” mevsiminin başladığını, “Yağlı Gonya Müsürü”nün çıktığını, “Gök nohut”geldiğini kıyakçılık yapıp sizi haberdar etmiştim.
Şimdi şahane bir kıyakçılık daha yapıyorum; aklınızın ucunda bile değildir, sanırım. Günlük, dipsiz kile boş ambar telaşelerden farkında olamayabilirsiniz, ayıp değil.
Haber vereyim. “Alıç” geldi pazarlara; sepetler torbalar dolusu. Geçen gün Rampalı Çarşı’nın önünde bile gördüm, bir seyyar arabasını alıçla doldurmuş.
Alıç bir aziz meyve. Hüdai nabit. Kırca, taşlık, susuz topraklarda, kimseden izin almadan kendi kendine yetişir. Şifasıyla, tariften dil aciz güzel mayhoşluğu ile kurda kuşa nasip olur.
Yunus Emre, götürecek bir şeyi olmadığı için Hacı Bektaş Veli’ye alıç götürmüştür.
Bana, Selçuklular’dan kalan, değişmeden kalan bir meyve söyleyin deseniz “Alıç” derim. Alıç, bu toprakların bir “aziz meyve”si; “Yabani Armut”la birlikte, “Yabani erik”le birlikte. Bilirsiniz sanırım; yabani armuda “ahlat”; yabani eriğe de “Çakal erik” denmekte.
Bugünlerde, bu haftalarda ne yapacaksanız yapın alıç bulmanın bir yoluna bakın. Vaktiniz yoksa, hanımdan rica edin; çıksın pazara size alıç getirmek için.
Şahane bir mayhoşluğun yanında, alış şifalı da bir bitki. Meyvesi, çiçekleri, yaprakları derde deva. Hafızayı güçlendirir, sinir sistemini yatıştırır, böbrek rahatsızlığına iyi gelir, kalp-damar sistemine olumlu etki yapar, iştahı açar.
Alıçtan çok nefis turşu da yapılır. İsterseniz, hanımın gönlünü edip bir kavanoz alıç turşusu kurdurun. Alıcın reçeli de güzel olur, marmelatı da. Alıç sirkesi de internette yerel ürün satıcılarında bulunabilir.
ŞİFALI YABANİ ARMUTLAR, ÇAKAL ERİKLERİ
Bu aylar, bu günler Konya’nın “Döküm Zamanı” dedik. Dağların taşların da döküm zamanı sonbahar.
Yabani armudun, bir başka deyişle “ahlat”ın tadını bilir misiniz? Yabani erik, yani “çakal eriğini tatdınız mı?
Bunlarda düştü şimdi pazarlara.
İkisi de ishali keser, kanı temizler, kalbi kuvvetlendirir, böbrekleri çalıştırır. Allah vergisi, şifa depoları.
Yabani armudun turşusu da çok güzel olur…
Konya;’nın dağ köylerinden ahbaplarınız varsa, onlara da bir yük sürün; alıç isteyin, yabani armut isteyin, yabani erik isteyin.
NEVİN HALICI’DAN SONBAHAR
Bilirsiniz, Nevin Halıcı Konya’nın yemek zenginliklerini, mutfak birikimlerini yazılarıyla, kitaplarıyla dünyaya taşıyan bir yazar. “Yemek Yazarları”mızın başında gelen bir uzman.
Geçen yıl, Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde “Sonbahar Yemekleri” ni yazdı. Nevin Halıcı, bir “Konya aşığı”; Konya dışında olduğu zamanlarda, gündüz hayalinde geçe düşünde Konya’yı yaşar.
Ünlü yemek yazarımızın, Konya’nın “döküm zamanı” ile ilgili, “Konya’nın Eylülü” ile ilgili yazdıkları çok hoş.
Buyurun, Nevin Halıcı’nın “Sonbahar Yemekleri”ne…
Yazıdan bir bölüm:
“Eylül ayı kızıl, sarı, kahverengi renkleriyle ve en muhteşem olgunluğa ve tada kavuşmuş meyveleriyle, sebzeleriyle yaz sıcaklarını da ardında bırakarak her türlü güzelliğiyle arz-ı endam eyledi.
Eylül ayında küçük seyahatler dışında Konya’da olmayı tercih ederim. Bağ, bahçelerin kızıla dönüşen renkleri Ahmet Haşim şiirlerine yeniden göz atmama vesile olur. Pazarlara dökülen Çumra kavunları, Sille, Hatıp ve Gödene’nin inanılmaz tattaki dimnit üzümleri, Konya’nın dokunulunca kırılacak incelikteki kıl biberleri, el değince koku veren domatesleri, eğri büğrü ama kütür kütür salatalıkları, yeni yeni pazara düşen Yunus Emre’nin alıçları, et kabakları ve sayamayacağım diğer ürünleri, lezzetleriyle inanın başınızı döndürür”.
“Konya’nın patlıcanlarıyla yapılan bütümeti, beraberinde ayranla ve eylül domatesleriyle yapılan salatasıyla; Konya tabiriyle “ensesine”de küflü peynir, bir Çumra selbasan kavunu ve tandır ekmeğiyle tekrar tekrar yemekten bıkmayacağınız bir menü oluşturur”.
“Veya yanında pilavıyla ekşili et kabağı, ‘ensesine’ su böreği ve Sille’nin dimnit üzümleriyle yine muhteşem bir menüyle karşılaşırsınız ki Konya’da olduğunuza şükredersiniz. Bütün bu güzellikler, Silleli Âşık Figani’nin “Boğaçayla kebap gelsin yanıma/kurabiye tesir eder canıma/Yalınız yemem ben düşmez şanıma/Taam halvetinde arkadaş gerek” dediği gibi özlediğiniz dostlarınızla birlikte de olursa, nasıl eylül ayında Konya dışında olabilirsiniz, sevgili okuyucularım… Bekir Sıtkı Erdoğan’ın “Ayrılaktan yemiş tekme/Yakma gurbet onu yakma/Burda gezdiğine bakma/Bekir Konya’da Konya’da” demesi de boşuna değil”.