Sır tutabilirseniz size bir sır vereceğim, ama önce beni ikna etmelisiniz sır tutma hususunda. İkna olmaz isem size sır mır veremem, şimdiden söyleyeyim. Niye mi? Anlatayım...
1992 yılında Kahire'de üniversite okuyoruz. Öğrenci evlerinde gece yarılarına kadar çay var, muhabbet var, lakin bir şey eksiktir...
Gurbet, garipliktir. Hele ana kuzuları için, ilk defa evinden barkından ayrılanlar için iç sızısıdır. Dayanamayıp/hastalanıp geri dönenler oldu dersem daha iyi anlaşılır...
Bir arkadaşımız gecenin bir nısfında muhabbetin ortasına çıka geldi ve Tahrir Meydanı'ndaki büyük postanenin telefon kulübelerinden Türkiye'yi bedava arayabiliyor muşuz deyiverdi! Nasıl yani?!
Ballandıra ballandıra kendisinin gittiğini ve sırayla fihristinde kim varsa aradığını söyleyince hepimizi bir heyecan kapladı. Sabah olsa da biz de gitsek, anamızın sesini bir duysak, babamıza yakınsak, para istesek...
O zamanlar Mısır'da şimdiki gibi otomatik ülkeler arası arama yoktu evlerde. Evi aramak icap ederse, mahalle aralarında telefon hizmeti veren küçük dükkanlar vardı ve oldukça pahalıydı. Bir dakikası 5 pounddu ve dakika dediğimiz 56-57 saniyeydi. Lafı bitirip kapatamazsan ikinci dakikaya geçer gider bi 5 pound daha...
Nihayet sabah oldu...
Yarım yamalak kahvaltı sofrasından doğru Tahrir'e...
Vardık ki en az on-onbeş telefon kulübesinin her birinde 8'er 10'ar Türk sıra bekliyor! E Ne yapalım, biz de bekleyelim. Ancak sıra çok yavaş ilerliyor...
Kulübenin başına kadar gidip bizim öğrenci arkadaşlardan birine kulak kabarttım, "Eee annadın balım, ne var ne yok? Konuş konuş bedava, halamlar nasıl, emmim nöğürüyor, Hacı Memeda ölmedi mi daa..." Bir diğerini dinledim, günlerin nasıl geçtiğini, havaların nasıl olduğunu falan anlatıyor. Anlayacağınız bedavanın mokunu çıkarıyorlar...
Bizzat pek çoğunu uyardım, "yahu lüzumlu bir iki yeri arayın ve kısa kesin. Bakın millet sıra bekliyor, ayıp oluyor" dedim ama hemen hepsinden de 'sana ne' türü cevaplar aldım. Uzatmayalım, uzun bekleyişin ardından sıra bize de geldi, evi arayıp anamla bir kaç dakika konuşabildim. Sırada arkadaşlarım var ana diyerek kapattım...
Her neyse gece inanamadığımız şey olmuştu ve Türkiye ile bedava denilecek kadar ucuz bir maliyete konuşabilmiştik. Belli aralıklarla gidip konuşabilirdik artık, ama...
Türk öğrenciler o kadar yüklenmişti ki bu bedava arama işine bir kaç gün sonra bedava işi bitmişti; gazetelere bile konu olmuştuk üstelik. Çıkan haberlere bakılırsa, dünya kadar zarar vermişiz Mısır devletine...
Bunu niye anlattım size...
Çünkü bu telefon hikayesi Afrikalı bir öğrencinin çok sevdiği bir Türk arkadaşına verdiği 'sır' ile başlamıştı. O garibanlar yıllardır lazım oldukça gider konuşur kimseye de söylemezlermiş. Tâki bu sır bir Türk öğrenciye anlatılıncaya kadar. Verilen 'sır' zincirleme olarak 4-5 gün içinde 2 bin 500 Türk tarafından duyuldu ve kimisi bir defa bile bu zevki tadamadan devlet el koydu meseleye! Sonra duyduk bedava arama işini ilk olarak bir Türk'e anlatan Afrikalı öğrencinin pişmanlığını ve serzenişini!..
Söyleyin bakalım siz sır tutabilir misiniz?!..
Tutarım diyenler var içinizde ama nihayet birine anlatacak, adım gibi eminim. Öyleyse ben sahip çıkayım bu sırra da yayan ilk kişi olmayayım.
***
Habercilik mi yapıyoruz!
Çok uzun yıllardır Londra'da ikamet eden bir ehbapla oturduk geçen. Saat başı olunca haberlere ilişti gözümüz ikimizin de. Bir süre izledikten sonra arkadaşım dedi ki; deminden beri izlediğimiz haberlerin hiç birisini İngiltere'de haber diye izleyemeyiz!..
İstanbul'da bina çökmüş, iki kişi ölmüş beş kişi yaralanmış, olay mahallinden muhabir canlı bağlanıyor, ardından hastaneye bağlanıp yaralıların durumu aktarılıyor. 15 dakika bunu seyrettik. Ardından Sivas'ta kaza olmuş iki kişi yaralanmış, yine İstanbul'da kapkaç olmuş, kamera görüntüleri eşliğinde uzun uzun haberler...
"Burada önemli haber diye izlediğimiz hemen hiç bir şeyi İngiltere'de ulusal kanallarda göremezsiniz. Ölümlü falan ise kısacık verilir, değilse değinilmez. Bu tip haberler yerel basında falan haber olur. BBC, SKY gibi büyük kanallar tamamen ülke ve dünya siyaseti neyi isterse onunla ilgili haberler verirler. İstedikleri algıyı da rahatlıkla oluşturabilirler. Çünkü, olumsuz her haber olumsuzluğu yaygınlaştırır; turizmi, ticareti, bankacılığı vesaire her şeyi etkiler" dedi.
Arkadaşım haksız mı?
TV kumandasını elime alıp kanalları şöyle bir gezindim. Sağcısı da solcusu da, müspet yayın yapanı da menfi yayın yapanı da aynı haber manyaklığının içinde debeleniyor! Yahu arkadaş, hatırlayın geçtiğimiz aylarda otobüste biri bir kadına tekme attı diye günlerce haber oldu. Adamı bir salarlar bir göz altına alırlar. Bizden kanallar da bu memleketin hayrına haber yapmayan kanallar da aynı tezgahın kurbanları...
Bu işe bi el atmak gerekmez mi artık!
En azından ülkesinin hayrını düşünen kanallar haber mantığını bir sorgulasın artık. Müşteri magazin istiyor diye adam gibi haber izleyemeyecek miyiz!
***
Musul Konsolosu!
Şimdilerde Meclis'te hükümete demediğini bırakmayan CHP milletvekili Öztürk Yılmaz, daha iki yıl evvel Türkiye için hayati önemi haiz, Misak-ı Milli sınırlarımız içerisindeki Musul'un başkonsolosuydu. Yani?!..
Şu kadar yıldır iktidarda olan AK Parti hükümetinin Musul'a gönderdiği adama bak diyorum! IŞİD mi, DEAŞ mı, DAEŞ mi adı her neyse o örgüt, güya bu adamla birlikte 43 vatandaşımızı kaçırmıştı ve 101 gün sonra başarılı bir operasyonla(!) özel uçakla getirilmişlerdi de daha uçağın kapısında Sayın Davutoğlu tarafından alnından öpülmüş, takdir edilmişti. O da zaten o şöhreti kullanarak kısa süre sonra vekilliğe kapağı attı! Yoksa kim ninesin!
Can alıcı soru şu, bu adamı Musul gibi önemli bir yere kim konsolos yaptı?
Şu anda Türkiye'nin yurtdışındaki büyükelçilerinin, konsoloslarının, ataşelerinin gerçekten günümüz Türkiye'sini temsil edip etmediklerine inanıyor musunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan'la kaç tanesinin hem fikir olduğunu sanıyorsunuz!
5-6 sene evvel bir başkentteki büyükelçimizin evine misafir olduk da şaşkınlıktan ne yapacağımızı bilemedik. Evin her tarafında adamın köpeğinin resmi, heykeli, biplosu... Köpek ailenin fertlerinden; hatta en önemlilerinden. Çünkü en çok onunla ilgili eşya var etrafta.
Eskiden; İngilizce bilen, çatalı sol eline alan, usül-adap bilen(!), Avrupa'da, ABD'de eğitim almış yüksek lisanslı, doktoralı adamlar büyükelçi, konsolos olurlardı. Şimdi kimler oluyor dersiniz!
Şu kadar yıl iktidarda olup da senin benim gibi eliyle yemeği sünnetleyen, kediyle köpekle değil, ülkesinin mallarını satmak için çabalayan, okumuş çocuklar mı?
Bu konuya ileride devam edeceğiz...