Gel gel! Yanalım ateş-i aşka! Peki, neden? Bu güzel nefesin sahibi Seyyit Nesimi'ye sonra bilseydik mutlaka çok özgün farklı belki de girift bir cevap olurdu. Ama bendeniz sade yalın maddi aleme ait, zahire dair, yakın gerçeklik içinde bir şeyler söyleyeceğim.
Bu dünyada kendini kurtarmak için herkesi yakacak olanlarla, herkesi kurtarmak için kendini yakabilecek olanların mücadelesi insanlığın başlangıcından beri devam ediyor. Ve kıyamete kadar da sürecek. Nar ehli ve Nur ehli ayrımı burada başlıyor belki. Ama bunu ayırmak o kadar da kolay değil. Herkes iyilik kisvesi, güzellik maskesi takmış durumda. Aldanarak bu kafilelerden birine katılmak an meselesi hepimiz açısından. Ya da ara sıra yolunuzun kesişmesi. İnsanın tüm imtihanı kendi yürüyüşünü bu çekimlerden bağımsız kılmakta bence. Bunun içinse güçlü bilgilere, derin duygulara , katıksız bir aşka ihtiyaç var belki . Aşk insanın dünyaya ait menfaatlerini bir anda geriye atmasını sağlayan bir emniyet kemeri gibi. İnsanı kendi maskelerinden kurtaran bir yangın...
Belki, Aşk ve Ateşin çoğu zaman aklımıza aynı anda gelmesi bundan.
Dışarıda etkinlik şenlik güzellik içeride alev renkli taşların altı köşeli halesinin sıcaklığı... Dünyanın dört bir köşesinden gelmiş aşçılar, gurmeler, yemek yazarları konuyla alakalı aklınıza kim gelirse o! Türbenin yanındaki etkinlik alanında yarışmalar sunumlar tüm hızı ile devam ediyor. Mevlana'nın aşçısı olarak ün yapmış Şemsettin Yusuf'un türbesinde sandukaya biraz daha yaklaşıp Mevlana'nın deyişi ile sesleniyorum:
Ah Ateşbaz ah! İnsanları doyurmak için ayağını odun yapıp yakan derviş... Mevlana'ya ah Ateşbaz ah dedirten Adam, Ateş'le oynayan! Bir gün dünyanın ünlü aşçılarının başında toplanıp seni mesleklerinin piri yapacağını hiç düşünmüş müydün? Sanmıyorum, sadece kendi işini en güzel şekilde yapmaktı derdin. Ve belki bütün sır buydu...
Evet, büyük sır bu olmalı. O yüzden bizi engellemek isteyenler Ateş olsan cürümün kadar yer yakarsın derler! Sanki kendisi daha fazlasını yapabilir gibi. Asıl aldatmaca burada. Düşünmemiz gereken ne kadar yer yakacağımız değil ne için, nerede, ne zaman yanacağımızdır. Tüm hayatımız bu arayışın yolculuğudur. Bu yeri bulanlara ilgimiz belkide buradan kaynaklanıyor.
Şairin dediği gibi:
Sen yanmazsan,
Ben yanmazsam,
Biz yanmazsak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!
Şems de Mevlana’ya dememiş miydi : Yanmadan aydınlatamazsın!..Cüppeni yak , sarığını yak , şanı şöhretini itibarını yak , insanların sana olan sevgisini de yak gerekirse taşlan bu şehirde ama onlara sadece yalın gerçeği söyle ! Anlamasalar bile...
Herkesin bir fedakârlık alanı var ama bu kafamızı karıştırmamalı ve hiçbirini küçümsemeliyiz. Bir ahçı yemek bekleyen insanları aç bırakmamak telaşı ile ayağını odunlar arasına kazanın altına uzatıp yaka biliyorsa elbette tüm yemek uzmanlarının piridir. Düşünün ki Moğol kuşatması var, dergâhta yakacak bir dal bile kalmamış. Ama öğrenciler, yolcular, savaş mağdurları çorba bekliyor. Ne yapsın Yusuf ateşle oynamasında...
Her yıl büyüyerek devam eden Ateşbaz-ı Veli Yemek Kültürü etkinlikleri artık geleneksel hale geldi. Ve her yıl daha da güzelleşiyor. Emeği geçen herkesi kutluyorum . Ufak tefek eksikleri yanlışları aramızda konuşmak kaydı ile en önemsediğim öneriyi herkesle paylaşmak istiyorum.
Yemek kültürümüzün temeli ‘Sofrası açık olmak’ deyimi ile ifade edilen cömertlik, yardımseverlik ve misafirperverliktir. Ateşbaz-ı Veli de bunun en güzel örneği olarak sembolleşmiştir. Bu yüzden tüm yarışmalar showlar sunumlarla birlikte ‘açıklıkla mücadele ‘ ve ‘ israfı azaltma ‘ konusunda araştırmalar, çalışmalar, örnek olabilecek etkinliklere yer verilmelidir bundan sonraki senelerde... Konya da bu kültürün en güzel örneklendiği şehirlerin başında geliyor aslında. Rakamla ifade etmekte güçlük çektiğimiz bir mülteci akını altında yıllardır. Ve tüm sorunlara rağmen Sofrası açık olmaya devam ediyor. Bu yüzden Ateşbazı etkinliklerini ihtiyaç sahiplerine yemek ulaştıracak projelerle genişletmek mümkün, Sembolikte olsa anlamı büyük olacak bu tip faaliyetler için daha güzel ve somut önerileri olacak birçok insan var şehrimizde. Umarım bunlar değerlendirilir ve yemek kültürü etkinliklerimiz asıl amacı ile buluşturulur.
Sırlar sırrı insanın kendi işini en güzel şekilde yapması ve anı iyi değerlendirmesi diye başlamıştım. Ve cürmün kadar yer yakarsın, diye önümüze konulan engellerden bahs etmiştim. Bu cümle tek başına doğru aslında. Kültürümüze bu kadar yerleşmesi de bu yüzden. Ama ben tehdit için için negatif anlamını kullananlara aldırmayın diyorum. İşin doğrusu herkes cürmü kadar yer yakar ama ışığının ulaştığı yere kadar aydınlatır gerçeğidir.
Peki, bu az mıdır? Hayır! İşte Ateşbaz sadece ayak parmaklarını yaktı ama ışığı 800 yıl sonraya bu güne kadar ve tüm dünyadaki meslektaşlarına ulaştı, Bu sıradan bir şey midir ?
Ya da Ömer Halisdemir bir an için düşünmedi. Ben bu emri yerine getirsem ne olur, ne olmaz. Tek hain bu mu? Tek vatansever ben miyim? Yaşarsam daha iyi mücadele ederim belki bile demedi. Cürmü kadar yer yaktı...
Sözün burası çok zor onunla ilgili duygularımız çok taze. Bizim için , bizim çocuklarımız için yüreğinde otuz kurşun taşıyan adama ne yazabilirim ki ?Onu tarih yazacak ...
Bedirdekileri, Miryokefelondakileri, Çanakkaledekileri, Kurtuluş Savaşındakileri yazdığı gibi...
Ve geçen hafta ilk kez yerinde ve zamanında Miryokefalon Zafer'imizi kutladık. Kutladığımız sadece büyük bir zafer değildi. Biz özgürlüğün önemini hatırladık. Çünkü özgür olmayan insan tam iman sahibi de olamaz. Ve Peygamber'imizin işaret ettiği gibi asıl büyük özgürlük savaşı kendi içimizde kendimizi bağımsız kılmaktır. Dış dünyadaki bağımsızlık mücadelesi ile iç içe geçmiş olsa da bunu hiç unutmadan çabamızı devam ettirmek umudu ile...
Gelin cürümümüz kadar yer yakalım! Ve sözü Nesimi ye bırakalım:
Gel gel yanalım ateş-i aşka! Ateş-i aşkın şulesi başka!