Hani eski Türk filmlerinde çok işlenen bir konu vardı, yetmişli yıllarda çok popülerdi. Şimdi de öyle, fakat o yıllarda gözle görülmeye yeni başlamıştı.
Konu şu, bir müteahhit eski bir konağın arsasına göz diker. Önce yaşlı sahibiyle konuşur, sonuç alamazsa çocuklarıyla konuşup, onları teker teker satın almaya çalışır. Yapamazsa tehdit eder. Üzerine mafyayı salar. Taciz eder. Varislere vaatlerde bulunur. Varislerin elde edecekleri apartman dairelerinin ve menfaatlerin önündeki tek engel yaşlı ve güçsüz sahiptir. Tek bir amacı vardır işgalcinin ve bu amaç için her yol mübahtır.
Osmanlı son zamanlarda böyleydi. Arsasına göz dikilen yaşlı ama güçten düşmüş baba. Görmüş geçirmiş fakat yaşlı ve eli bastonlu. Çok uluslu bir sülaleydi Osmanlı. Geniş bir konakta oturan, farklı etnik unsurlardan oluşan geniş bir aile. Güçten düşünce sırtlanlar etrafta dolaşmaya başladı. Konağı yıkıp onlarca yeni devlet kurulabilirdi. Sırtlanların daha da zenginleşmesi için planlar yapıldı ve evlatların bir kısmıyla da anlaşıldı. Başka çare kalmayınca hep birlikte yaşlı baba tasfiye edildi. Büyük pay sırtlanların olacaktı, kalan küçük arsa kırıntıları da anlaşılan varislere pay edilecekti. Bu paylaşımlar yapılırken de evlatlar arasında menfaate dayalı husumetler bırakılmalı ve eski aile bireylerinin ileride hiç bir şekilde bir araya gelmesi ve yeniden güçlenmesi mümkün olmamalıydı. Öyle de yaptılar. Hep birlikte içeriden ve dışarıdan vatanı parçaladılar.
Geçen yüzyıl boyunca evlatlar birbiriyle hiç geçinemedi. Ne zaman birisi çıkıp ya biz akrabayız demeye kalksa alaşağı edildi. Sırtlanlar bütün eski aile üyelerine ayrı ayrı zamanlarda her birisine ne denli haksızlık yapıldığına dair masallar anlattılar. Eğer haklarını geri almak isterlerse yardım edeceklerine dair sözler verdiler. Hep perde gerisinde sizinleyiz dediler. Çocuklar birbirleriyle savaştılar, sırtlanlar keyfini sürdüler. Çünkü her seferinde konağın varisleri ölüyor ve sayıca azalıyordu. Düşmanlıkları daha da körükleniyordu.
Yeni nesil aile üyelerinin dünyaları artık daha küçüktü. Eski konağın küçük bir avlusuna sıkışmış yer kavgası yapıyorlardı. Bazen bir odanın içinde minder kavgası. Öğrenilmiş çaresizler topluluğu. Hiç birisi de yüksek bir yere çıkıp, bütün bu alabildiğine geniş ova dururken, yahu ne minderi demiyordu.
Her birisini kahramanları vardı ama yeni nesil kahramanlar. Hepsi de sırtlanlarla dost fakat eski yaşlı öldürülen babaya düşmandı. Bütün bu kargaşanın sebebi o geri kalmış, güçten düşmüş babaydı. Sırtlanların masalları yerine basitçe düşünseler, hem sırtlanların hem kendilerinin yaşadıkları yer aslında babanın mülküydü.
Sırtlanlar sevimli görünüyorlardı. Her durumda gülüyor ve iyi yaşıyorlardı. Zengindiler. Eski babadan kalan altınların üstüne oturduklarını bilen var mıydı? Yeni nesil bir şeyler duyuyordu ancak sırtlan masalı daha inandırıcıydı. Zira eski dedeleri, sırtlanlar zenginlerken tembel tembel evde yatmış, bir takım hurafelerle ilgilenmiş, tesbih çekmiş, içki içmemiş ve hiç eğlenmemişti. Kara sakallıydı. eğri büğrü dişleri vardı.
Bugün yine ve hala kavga eden akrabalara bir çift sözüm olacak. Silahlarınızı ve kavga ettiğiniz aklı kimden aldığınıza baksanız o bile yeter. Küçücük bir odada minder kavgası yapacağınıza bir araya gelip elinizden çalınan arsaları geri almanız gerekmez mi?
Sırtlanlardan mı korkuyorsunuz?
Gücünüz kardeşinize mi yetiyor?
O zaman gerçekten de korkaksınız.
Eğer sırtlan ağzıyla konuşuyorsanız ve yapıp ettikleriniz onları memnun ediyorsa artık siz de bir sırtlansınız.
Nasılsa bir gün Bir Süleyman gelip adalet sağlayacak. O zaman sırtlanlardan yazılacaksınız.