1. Orduya siyaset girer dediler, sanki siyaset ordudan hiç çıkmış gibi. Ast-üst ilişkisinde sıkıntılar yaşanabileceğini de söylediler, sanki Hilmi Özkök'ün arkasından çevrilen dümenlerden öte sıkıntı olabilirmiş gibi. Sivil devrim yasasını veto ettirmek için ileri sürdükleri argümanların iler tutar yanı yoktu, ama Cumhurbaşkanı'nın bunlara kanabileceği yine de aklımızdan geçmedi değil. Şükür ki kaygılarımız boş çıktı. Abdullah Gül, cuntacılık yapan ve başkaca ağır suçlar işleyen askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını onayladı. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi her zamanki gibi Anayasa Mahkemesi'ne koşacak. Koşsun. AK Parti de, hemen kolları sıvayıp, sivil devrim yasasının uygulanmasına mani teşkil ettiği ileri sürülen anayasa maddesini –askeri vesayet düzenini korumaya dönük 'yorumlar'ın önüne geçecek şekilde- değiştirmeye koyulsun. Sahi, bunun çoktan gündeme gelmiş olması gerekmez miydi?
2. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Çin'in Doğu Türkistan'daki mezalimine ilişkin 'aşırı dengeli' söylemlerin ötesine geçti. Hükümet, Urumçi'de sergilenen “vahşet” manzaralarını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve İslam Konferansı Teşkilatı'nın gündemine getirmeye hazırlanıyor. Türkiye'ye yakışan bir inisiyatif. “Ne işe yarayacak ki?” diye soranlara aldırmadan bu inisiyatifi sonuna kadar götürmek lazım. Türkiye'nin siyasi ve iktisadi gücü (yaptırım gücü) Çin'i durdurmaya bugün için kâfi gelmeyebilir; ama, insanlığın ölmediğini göstermek, Uygur Türklerinin kor gibi yanan yüreklerini bir nebze olsun serinletmek, sızlayan kamu vicdanını bir nebze olsun rahatlatmak da bir şeydir. Önemli bir şey. Bu tür inisiyatifler, Türkiye'nin kendini bir 'iyilik merkezi' olarak –yeniden- inşasına yarıyor. Mustafa Armağan “insanlığın son adası”nı yâd ediyor ya kitaplarında; işte o adanın ihyasına (veya o adanın ihyası için gerekli psikolojik zeminin oluşmasına) yarıyor bu tür inisiyatifler.
3. İbrahim Kiras'ın “insan annesini sever ve tanrıya inanır” diye başlayan bir şiiri var. Anne sevgisi dillere destan olduğu için Sadık Battal'a ithaf etmişti o şiiri. Ülke TV'deki “Tahta Köprü” programını takip edenler bilirler; yeri-göğü inleten Sadık Battal aslında bir ana kuzusudur. Attığı her adımda annesini yanında hissetmeden yapamaz. Dengesinin bozulacağını, düşeceğini düşünür. Konu ne olursa olsun, üç cümlede bir annesine selam verir. “Ana başa taç imiş / Her derde ilaç imiş / Bir oğul pir olsa bile / Anaya muhtaç imiş” şiiri adeta Sadık Battal için yazılmıştır. Sadık Battal bugün (10 Temmuz 2009) annesini ebediyete uğurluyor. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Ben de yanında olacağım inşaallah. Hep yanında olacağım inşaallah. Annesinin yerini tutamam, kimse tutamaz; ama, oğlunun yoldaşı olduğum için bana daima inanılmaz bir sevgiyle bakan annesinin gözlerinin hatırına, teselli bulacağını umuyorum. Teselli bulmasa bile, bulmuş gibi yapacağını umuyorum. Kendini koyuvermemesini…
Güle güle teyzeciğim, Rahmet-i Rahmân üzerine olsun. Sabret kardeşim, Allah sabredenlerle beraberdir.
Hakan ALBAYRAK - Yeni Şafak