Mal ve hizmet fiyatlarındaki uzun zamana yayılan değişikliklerin ekonomideki adı “enflasyon”dur.
Bu bizim gibi ülkeler açısından ise gerçekten alışılmış bir durumdur.
Biz enflasyonlu yaşama şerbetliyiz.
Uzun yıllar enflasyonlu bir hayat tarzımız vardı.
Kardeş kardeş geçiniyorduk.
Bundan birkaç yıl öncesine kadar öyle tek haneli, ufacık tefecik rakamlarla da işimiz olmazdı.
Sonra ne oldu?
Enflasyon düştü.
Hemi de damdan düşercesine.
Enflasyonsuz yaşam, Türk insanını mutlu edecek diye bir beklenti de doğmadı değil.
Ama beklenen olmadı.
Çünkü enflasyonsuz ortama geçiş, vatandaşın alım gücünün artmasına yol açmadı.
Fiyatlar düştü ancak, alım gücü de düştü.
Çünkü Amerika’daki hayat tarzına benzer bir yaşama doğru sürüklendiler.
Yarışmalarla, şovlarla Amerikan hayat tarzına uyan Türkler, borçlanma mantığını da onlara uydurmuş ve kendilerine otomatiğe bağlarcasına kredilere bağlamışlardı.
Ellerinde harcayacak paraları yoktu.
Bankalar; ev, taşıt, ihtiyaç kredisiyle vatandaşın uzun vadeli kredi borçlanmalarını teşvik ediyordu.
Bu uzun vadeli borçlanmalarla özellikle de ücretli kesim, maaşının tamamını neredeyse bu taksitlere yatırır oldu.
Vatandaş aldığı maaşı ancak ekstresinden görebiliyordu.
Böylece uzun vadeli borçlanmalarla birlikte vatandaşın geleceğine de ipotek konulmuş oldu. Maaşını uzun vadeli takside bağlayan halk bu bir iki yıl içinde alacağını aldı, kart limitini doldurdu ve artık günlük harcama bile yapamaz hale geldi.
Ekonomideki durgunluğun sebeplerinden biri belki de en önemlisi buydu.
Şişirilmiş bir ekonomik büyüme masalı, bu masala kanıp deli gibi kendini takside veren halk..
Hiçbir yetkili de bu güne kadar, bankaların verdiği bu kredilerin dönüşünün düşünülmesi gerektiğini, tüketicinin ayığını yorganına göre uzatması gerektiğini söylemedi diyebiliriz.
Kredi itibar demektir, batı dilinde tamam.
Ancak, bu krediyi karşılayacak bir üretimin, bir zenginliğin olması halinde yani bu parayı çevirebilecek durumdaysan itibarlısındır.
Oysa ki, ödenmeyen kredi de sonun başlangıcı demektir.
Bunun farkına halk varamayabilir, çünkü vatandaş geleceğe yayılan ödemeleri genelde makul görür.
Nasıl olsa öderim mantığıyla bakar.
Ama iş göründüğü gibi değildir.
Çünkü ekonominin başka pariteleri bu hesaplarınızı altüst edebilir.
Mesela bankalar, bu uzun uzun borçlandığınız paraları size kullandırmaktan vazgeçebilirler.
Nihayet öyle de oldu.
Son bir ayda dolarda yüzde otuzları geçen sert bir fiyat değişikliğiyle karşı karşıyayız.
Ekonomik bir terim kullanacaksak, sabit kurda bunun adı deflasyondur.
Doların fiyatı 1800’lere ulaştı ulaşacak.
Ve beklenen oldu, bankalar kredilerini çağırıyorlar.
Vatandaş, işletmeler şaşkın durumdalar.
Hem alım güçleri düşmüş, hem ödenecek borçları var, hem de bu borçlar kısa vadeli değil artık.
Bunun en açık tarifi krizdir. Fakat 2001 krizinden farklı bir krizle karşı karşıyayız.
O zaman bu krizi daha çok koalisyon hükümetinin çabuk karar alamamasına bağlanmış ve siyasal istikrarsızlığın ekonomik istikrarsızlığa ve krize yol açtığı söylenmişti.
Siyasal istikrar sağlanırsa kriz atlatılabilirdi. Çabuk karar alan bir mekanizma oluşurdu böylece.
Bir partinin tek başına iktidarı gerekiyordu.
Ve tek başına bir siyasi parti iktidara gelmişti.
Yani siyasal istikrar sağlanmıştı.
Bu bir iki yıl da idare etmedi değil.
Göstergeler olumluydu, cicim ayları gelmiş geçmişti bile.
Sahte bir ilkbahardı belki de bunun adı.
Bu tarih itibarıyla evet tek başına bir iktidarımız var.
Ancak bu tek başına iktidarın da elinde nur topu gibi bir krizi var.
Kimse kimseye anayasa kitapçığı fırlatmıyor, ama bu nur topu gibi kriz gün geçtikçe, büyüyor, serpiliyor.
Çünkü bu iktidar da tu kaka edilen koalisyon hükümetin yaptığını yapıyor.
Yani kriz karşısında hızlı karar alamıyor.
Buradan çıkan sonuç neymiş?
Siyasal iktidar = ekonomik istikrar değilmiş.
Siyasal istikrar, tek başına ekonomik istikrarı sağlamıyormuş.