Ticaretle uğraşanlar daha iyi bilir. Devam ettirmen gereken ilişkilerde bir arıza oluşmuşsa parametreleri değiştirerek o ilişkiyi kurtarmaya çalışırsın. Bu çoğu zaman tek taraflı olmaz. Her iki tarafta bu konuda adım atmalıdır. Adım atmalıdır ki, kaybeden de, kazanan da muhatap oldukları sosyolojiye karşı güçlü oldukları görüntüsü verebilsinler. Bu, onlar açısından yok olmayı yok eden bir fotoğraftır.
Bu durumu hem devletlerarası ilişkiler hem de devletler ile örgütler arası ilişkilerde okuyabilirsiniz. Mücadele tıkandığı ve sonuç alınamaz hale geldiği zaman, iki tarafa da zarar vermeye başlar. Kazananı olmayan mücadelenin sürdürülebilirliği tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Mücadele ne zaman ki her iki tarafı da hırpalamaya başlamış, araya, yeni ve çözüm üretici aracılar girmiş her iki tarafı da, ama her iki taraftan da bağımsızmış gibi bir araya getirmeye çalışmıştır.
Türkiye’nin iç ve dış siyasette tıkanıklık yaşadığı noktalar bellidir. Bunu siyasete karşı ilgisi en düşük seviyede olan bir vatandaşa sorsanız da size tek tek sıralar. Bu ülke, % 41 ile hükümet krizi yaşayan bir seçim formülasyonu içindedir. Onun da ötesinde, eğer üç partinin meclise girebildiğini varsayarsak koalisyon olmadan bir hükümet kurabilmek için en az % 45 ve üstü oy almanız gerekiyor. Yani mevcut siyasi yapı ve oy dağılımı biçiminde, hem oyların yarıya yakınını alacaksınız hem de tüm siyasi ve ekonomik hatta toplumsal istikrarınız, % 3, bilemediniz % 4’lük bir oy oranına esir olacak. % 45 almışsanız iktidarsınız, % 41, hatta 42, belki de % 43 oy tek başına güçlü ve istikrar sahibi bir iktidar için yeterli olmayacak. Bu durum ne tanımlanabilir ne de taşınabilir. O sebeple de bunu iyi niyet sahibi tüm siyasi tarafların müdahale ederek çözmesi gerekir. Doğu toplumlarında ortak çalışmaların amansız mücadelelere dönüşme riskinden dolayı, koalisyon ihtimalinin bir sonuç olabilmesi imkânı ortadan kaldırılmalıdır.
İster muhalefeti ister iktidarı temsil eden siyasi yapı içerisinde olunsun tüm kesimlerin kazananı net olan bir formül üzere çalışması gerekir. Bu, belki de son cumhurbaşkanlığı seçiminin meclis değil de halkın tercihi üzerinden gerçekleştiği için daha ivedi bir hal aldı. Çünkü hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başbakanlık olarak her ikisi de halkın tercihleri üzerinden seçimle işbaşı yapıyorsa her ikisi de doğal olarak icracı bir durum sergileyecektir. Bu, çoğu zaman mutabakatla neticelense de zaman zaman ağır sonuçları olan tenakuzları da barındıracaktır. Geldiğimiz nokta, kaçınılmaz olarak bu iki icracı makamlardan birisini etkin kılma durumudur. Buna toplumu hazırlamak ve yasal yollarını oluşturmak hem hükümetin hem de muhalefetin ortak sorumluluğudur. Artık bu coğrafyada koalisyon bileşeni olarak hükümetin bir kıyısında durmak, ancak o siyasi yapıların iş ve makam isteyen tabanlarını bir de ele geçirdikleri bakanlıkların bütçelerinin işe yaramaz ve katkı sağlamayan ihalelerle talan etmeye çalışan simsarları mutlu eder. Onun ötesinde ne ülkeye ne de bu millete derinlikli bir süreç yaşatabilme imkânı yoktur.
Ben Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan krizin bu siyasi rejim değişikliğine katkı sağlayacağını umuyorum. Bunun bizim tarafımızdan duygusal bir zeminde değerlendirilmesi doğru değildir. Artık tüm kesimler adını ne koyarsak koyalım koalisyon ihtimalinin olmadığı bir seçim modelini ve nasıl olacağını tartışmalıdır. Bu modelin tüm ideolojik kesimlerin ortak yaşam alanlarını koruyan ve güçlendiren bir biçimde olması nasıl sağlanabilir? Bu tartışılmalıdır. Artık bu tartışmanın içine, istisnasız tüm toplum kesimleri katılmalıdır. Ve bu kesimler de, dinlemesi gerekenlerce can kulağıyla dinlenip önemsenmelidir. Bu vesileyle yüz yıldır yaşadığımız çoğu zaman müstetir kimi zaman alenileşen iç çekişmeler de son bulmalıdır.