15 Temmuz gazisi Sabri Gündüz. Takip etmişsinizdir. O meş’um gece bacağına isabet eden kurşundan dolayı 47. kez ameliyat oldu. Bacağı kurtarılamadığı için de dizden aşağısı kesilmek zorunda kaldı. Sempatik, nur yüzlü, imanı teslimiyetinde tebarüz etmiş aslan gibi bir delikanlı. O gecenin nice kahraman Sabri’lerinden birisi.
Cumhurbaşkanı 15 Temmuz’dan hemen sonra, kimini evinde, kimini telefonla ziyaret ettiği sayısız gaziler gibi Sabri Gündüz’ü de hem evinde ziyaret etmiş hem de telefonla arayıp konuşmuş. 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonraki bu bir buçuk yıllık dönemde, zannediyorum istisnasız tüm şehitlerin evini ziyaret etti. Aşağı yukarı gazilerin de tamamıyla ya yüz yüze ya da telefon marifetiyle görüşme yaptı. Mükerrerleri saymazsak nereden baksanız iki bine yakın temas. Oysa 15 Temmuz’dan bugüne geçen gün sayısı, 600 bile değil. Yani ev ziyaretleri dâhil, güne ortalama üç görüşme düşüyor. Yurtdışı seyahatler ve ülkenin yaşadığı sorunlar ile ilgili yaşanan süreçler de bu günlerin içinde.
Geçtiğimiz günlerde ameliyattan çıkan Sabri Gündüz anlatıyor.
“Ameliyata girmeden hemen önce beni aradı. Beni kapatır kapatmaz ameliyata girecek doktorumu aramış. Biz ameliyattayken ailemle görüşmüş. Ameliyat biraz uzayınca ne oluyor diye hastaneyi aratmış. Ameliyat bitince beni aradı ve ilk fırsatta ziyaretime geleceğimi söyledi”.
Tüm bu temaslar, dört güne sığdırılan Cezayir, Moritanya, Mali ve Senegal ziyaretleri öncesinde yapıldı.
Bunu Tayyip Erdoğan güzellemesi yapmak için yazmıyorum. Siyasete girmenin ya da siyaset içinde olmanın ne denli büyük bir sorumluluğu yüklenmek anlamına geldiğini anlatmak için yazıyorum. İnanç sahibi insanların siyaset etme biçimi, diğerleri gibi olamaz. Bu yükün ne kadar ağır, bu vebalin ne kadar büyük olduğunu bilmemiz gerekiyor. Her payenin bir sorumluluğu, her sorumluluğun bir hesabı var.
Bu büyük vebalin ve sorumluluğun altında ezilen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi büyük önderler, bazen, “Keşke kesilen bir ağaç olsaydım.” Bazen, “Ne olaydı hayvanların yiyeceği bir ot olsaydım.” Bazen de bir kuş olsaydım demişler ve “Ağaca konuyorsun, ağacın meyvesinden yiyorsun ve uçup gidiyorsun ne hesap var ne de azap var. Vallahi ben istedim yolun kıyısında bir ağaç, ot olsaydım. Benim yanıma bir deve gelseydi ve yiyip tüketseydi” diyerek bu büyük yüke talip olmanın ne kadar ağır bir sorumluluk olduğunu ortaya koymuşlardır.
Yerel ya da ulusal siyasete giren ya da girme planı yapanların bu sorumluluğu hissetmesi, dahası yaşaması gerekiyor. Konya tabiriyle, Sakyatan kelesi gibi yatmak için siyasete girilmez. Siyasetin itibarını kullanıyorsan yüküne de talip olacaksın. Ev ev gezecek, sokak sokak dolaşacaksın. Belki dünyada günü kurmaca manşetlerle kurtarabilirsin ama ahiret o manşetlerin atılamadığı hiç kimsenin hiç kimse için yalan yere şahitlik edemediği bir sorgu yeridir.
Siyaset teklifle değil, taleple oluyor. Hem de birçok ahlaki kriterin ayaklar altına alındığı kıran kırana bir mücadele sonucu gerçekleşiyor. Öyle olunca da hiçbir siyasinin hiç kimseye söyleyeceği bir mazereti kalmıyor. İstendiği için değil, isteyerek gelenlerin, ah vah etme hakkı yoktur.
O sebeple de yerel siyasetçilerin, Cumhurbaşkanı’nın Sabri Gündüz olayındaki yaklaşımı kadar değilse de ona yakın bir samimiyetle halka yakın ve halkın içinde olma, dahası idare ettiği şehri bilme mecburiyeti vardır. Bu hem dünya hem de ahiret saadeti için şarttır. Bu sorumluluğu bihakkın yerine getirmek için ömrünü feda eden Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali efendilerimiz bile bu sorumluluğu almaktansa bir ağaç, bir kuş ya da yol kenarında bir ot olmayı istemişlerse, varın gerisini siz hesap edin.