Siyasetin ayartıcı ve kirletici özelliği, kimi insanların siyasete karşı mesafeli durmasına sebep olmuş, o anlamda siyasetle ilgili olanların sanki büyük bir cürüm içinde olduğu izlenimini, hem o siyasilere hem de onları takip eden kitlelere yaşatmıştır. Bu durum, biz ve bizim gibi doğu toplumlarında siyasete ilgi gösterenlerin sosyolojisini kısırlaştırdı. Siyaset, mütemadiyen eleştirildi ve sürekli yanlışları üzerinden gündemde kaldı. Taraflardan birisi siyasi olan tüm tartışmalar, toplum nezdinde siyasiler aleyhine sonuçlandırıldı. Siyasileri hedefe koyan her bir kalkışma, toplum tarafından sahiplenilmediği gibi bir de destek gördü.
2003 yılına kadar seçimler, mecburi bir ritüelin yerine getirilmesi, seçim sonrası kurulan hükümetler ise, olmadığı zaman eksiği hissedilmeyen bir fazlalıktı. Toplum, hem ekonomiyi hem de sosyal dengeyi çoğu zaman hükümetlerden bağımsız bir zeminde kendi müktesabatının oluşturduğu bir özgüvenle götürüyordu. Siyasiler, başarılarını halk için ve seçim meydanlarında konuşulan konular üzerinden değil, daha çok kendilerine göz kırpan derin güçler üzerinden ölçümlüyorlardı. Merkezinde halk olmayan, devlet ve millet arasındaki dengeyi milleti yok sayarak kurmaya çalışan bir anlayış, siyasetin tarzı haline gelmişti.
Bu gün dokunulmazlık başta olmak üzere devletin siyaset kurumuna dönük tüm hamlelerinde, halkın siyasetçisine sahip çıkmamasında bu müktesebatın payı büyüktür. Maalesef toplum, halen siyasetçiyi sosyal hayatın kalitesini yükseltmek için bir paydaş değil, bir kambur olarak görüyor. Bunun aşılması gerektiği hangi siyasi anlayışın mümessili olursa olsun tüm siyasilerin hem görevi hem de ödevidir. Zira siyasetin kurumsal olarak güçlenmesi aynı zamanda halkın iradesinin de irade hırsızlarına karşı korunması demektir.
Türkiye’de 7 Şubat 2012 MİT krizi ile başlayan ve 17/25 Aralık darbesi ile açığa çıkan yapı, siyasetin bu zafiyeti üzerinden vurgun yapmaya çalıştı. Tümevarım yöntemini kullanarak daha çok yerel siyasetçilerin dosyaları üzerinden oluşturmayı planladıkları toz dumanda, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere Ak Parti adına siyasete yön veren lider kadroyu boğmak istediler. Oysa büyük bir yanılgıya düştüler. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, kumar oynarken burnunu kırdıran, mafyayla iş tutarken siyasi geleceğini ipotek altına aldıran, ya da süfli arzuları peşinde kendisine güven duyan milyonların umudunu yatak odası kayıtlarında karanlık ellere teslim eden siyasilerden sandılar. Bu yanılgı ve yanılgı sonrası yaşananlar şer gibi görünse de esasen büyük bir fırtınanın yıkım yapmadan kontrol altına alınmasını sağladı. Türkiye, siyasilerin zafiyetleri üzerinden topluma şekil vermek isteyenlere ve onların ipini elinde tutan güçlere karşı, ortaya atılan iddiaları tartışmadan dönemin başbakanına destek verdi. Hem operasyonun taşeronları, hem de planlayıcıları halkın iddialara karşı ilgisizliğinden dolayı bozguna uğradılar.
Açık konuşmak gerekirse bu durum, halkın bu iddiaların gerçek olma ihtimalini tartışmayacağı anlamına gelmez. Ülkesine ihaneti yöntem olarak kullanabilen patolojik bir yapının tasfiyesi için konuşulmasını ve tartışılmasını ertelediği bir durum da olabilir. O sebeple siyaset kurumunun tüm tarafları ama özellikle Ak Parti kadroları siyasetin sahip olması gereken itibarı yeniden kazanması sürecine katkı sağlaması gerekir. Bunun için 2. Olağanüstü kongre bir milat olabilir. Yerelden ulusala tüm kadrolar, üzerlerinde operasyon yapılmasına zemin olacak zafiyetlerinden kurtularak hem kendilerinin hem de temsil ettikleri milyonların özgürleşme sürecini hızlandırabilirler. Benden sonrası tufan, duruşu ahlaki temeli olmayan sorumsuz bir duruştur. Bilmeliyiz ki Türkiye, operasyon heveslisi taşeronları bir bir saf dışı bıraksa da, artık o taşeronların patronlarıyla çarpışmak zorunda kalacaktır. Hiç şüpheniz olmasın bu savaş, bu güne kadar yaşadığımız vekâlet savaşlarından daha çetin olacaktır. O sebeple de bu savaşta saf tutanlar daha temiz ve daha cesur olmak zorundadır. Cesareti az, geçmişi kirli olanların bir erdem göstererek safları boşaltması ve yer açması, yaşanacak muhtemel mücadelenin daha az kayıp daha çok kazançla sonuçlanmasını sağlayacaktır.
Not: Bu yazı, 23/05/2016 tarihinde yayınlanan yazımın tekrar yayınlanlanmasıdır.