Siyaset, gençlerin eksikliğinin sıkıntısını çekiyor
Eflatun’un hangi diyaloguydu hatırlamıyorum. İnsan yaratıldıktan sonra ona verilecek yeteneklerin nasıl dağıtılacağı (haşa) problem olur. Mesela sanat konusunda herkes aynı payı almaz. Kimisi çok pay alır, sanat yeteneği ile ilgili, kimisi ise az; spor, zanaat vb. konularda da bu böyle. Fakat konu siyasete gelince herkese eşit oranda pay verilmesi kararı alınır.
Böylece, mesela herkes heykel sanatı üzerine ya da bir marangozun işinin iyiliği/kötülüğü hakkında konuş(a)mazken, konu siyaset olduğunda herkesin söyleyecek bir şeyi vardır. Demokrasi ve bunun ötesinde evrensel oy verme hakkı da benzer fikirden yola çıkar. Sonuçta herkesin siyaset yapma hakkı (teoride) vardır.
Bu sonuçları Eflatun kabul etmezdi elbette. Ne de olsa siteyi filozof yönetmeliydi. Zira siyaset yeteneği herkese verilirken, erdemlerin en üstünü olan “akıl” için durum aynı değildi.
Dolayısıyla siyaset, kendi başına her zaman akıl barındırmıyor. Siyasi söylemin de zorunlu olarak akıldan pay alması mümkün olmuyor.
Garip olan şu ki en seçkinci teori kabul edilse dahi, iletişim araçlarının da gelişmesiyle, bir olgu karşısında insanların oluşturduğu saçma sapan siyasi söylemler gerçekten insanı şaşkınlığa sürüklüyor.
Günümüzde anlamını siyasi partilerle ve onların politikalarıyla bulan siyaset kavramına özellikle ülkemizde sosyal yaşamda hemen her bireyin ekmek ve su gibi ihtiyacı vardır. Hemen gaza gelebilen ve linç ortamlarını dolduranından, hiç bir sorun görmediklerini düşündükleri halde tam olacak dedikleri işleri olmaz olanına kadar hepimizin ihtiyacı birazcık siyasettir.
Siyaset bugünün dünyasında herhangi bir toplumda yaşayan herhangi bir bireyin kişisel hak ve özgürlüklerini gerektiğinde savunma platformudur. 700 yıl boyunca hak ve adalet esaslı bir zihniyetin suyunun suyu olarak cumhuriyet döneminden sonra kişisel hak ve özgürlükler doğrultusunda toplumu şekillendirmek ve bu konuda birey olarak söz sahibi olmak gerektiği, genç nesilleri eğiten sistemin bu bilinci veremediğinden ve tepede bizi temsil etmesi gereken zümrenin sistemi daha da kokuşturmasından dolayı bir türlü kavranamadı. “15 yılda 15 milyon genç yaratan” sistemin eğitim politikaları, kültürel değerlerine yabancı, geleneğe düşman, çözümü bataklıkta arayan bir gençlik yarattı.
Sistemi, siyaseti inşa etmesi gereken gençlik; bilgisiz ve duyarsız olarak yetiştirildiğinden siyasetten çekinir, neredeyse nefret eder hale geldi. Gençlik eğer içinde bulunduğu toplumdaki en ufak çarpıklıktan başlayarak duyarlılığını ortaya koymazsa, “Ben yolumu bulayım sistem zaten göçmüş” nidalarıyla kolay kapılardan geçmeye çalışırsa hem fert olarak, hem de toplum olarak birileri tarafindan belleniriz, siyasetten de nefret ederiz.
Zengini hayırsız evlat, memuru süslü avrat, siyasetçiyi de körü körüne inat batırır demiş rahmetli Osman Bölükbaşı. Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran siyaset aktörleri, partilerindeki gençlerin hedeflerine aydınlık yollar açmak, kendilerine ve ülkelerine güvenmelerini sağlamak, gelecek kaygısı taşımadan çalışıp üretebilecekleri şartları oluşturmak, hak ettikleri değeri onlara verebilmek için neredeyse hiçbir şey yapmadılar. Oysa gençlerle omuz omuza çıktıkları yolda onları partilerinin ayak takımı olarak gördüler, “büyüklerinin yanında sen konuşma, haddini bil”ci bir yaklaşım sergilediler. Gün görmüş siyasetçilerimiz, körü körüne inatlarından vazgeçip gençlerin de siyasette yol hakkı olduğunu kabul etmediler. “Küçük olsun ama bizim olsun” mantalitesi, maalesef partileri marjinal hareketlere dönüşmeye mahkum etti.
Dünden bugüne partilerin en az değer verilen, en çok horlanan ama en çok çalıştırılan kolları gençlik kolları oldu.
Türkiye’de siyaset yapması için fırsat verilmiş gençlik kolları, parti yönetiminin adeta getir götür işine bakan hizmet adamları olarak görüldü.
Gençlik kollarından yetişen ama etkili ve yetkili kurullar tarafından bir türlü büyüdüğüne ve aktif siyasete hazır olduğuna karar veril(e)meyen bir çok cevherin önü yakın zamanda kesildi.
Hiçbir zaman anlayamadılar, bilemediler siyasetin bir zaman işlerimizi yolunda götürdüğünü, fakat hiç bir zaman bizi kuvvetli yapamadığını. Düşmanları uyutarak bizi rahat ettirdiğini, lakin düşmanı dost yapamadığını ve düşmanlığı ortadan kaldıramadığını...
Siyaset yapmaya soyunan gençler, kendilerinden bir önceki kuşaklara göre farklılıklarını fark ettiremediler. Eğitim, çalışan gençliğin sorunları ve işsizlik gibi somut konularda tartışamadılar. Çevre, sosyal refah ve bilgi toplumu gibi geleceğimizi bugünden şekillendiren politikalar hakkında hiçbir görüş alışverişinde bulunamadılar, daha doğrusu siyasetin büyükleri onlara bu fırsatı vermedi.
Gençlik, siyaset ve ideoloji üçlüsünün bir araya gelmesini her zaman bir tehlike olarak görme refleksi edinmiş bir ülkede, gençlerin siyaset yapması ve siyaset tartışması kolay görünmüyor. Başta büyüklerin şekillendirdiği siyaset disiplini, gençleri siyasetten uzaklaştırırken düşünce özgürlüğünü kısıtlayan yasalar da bu zorluğu pekiştiriyor. Ayrıca eğitim sistemimiz özgür düşünen bir gençlik yetiştirme hedefinden yoksun. Böyle olunca ideolojik görüş ayrılıkları gençler arasında ülkenin geleceğine yön verecek bir toplumsal tartışmaya kaynak olamıyor.
Türkiye siyaseti bugün gençlerin eksikliğinin sıkıntısını çekiyor. Gençler de kendi siyasi görüşlerini ve taleplerini ifade edip bu uğurda mücadele edebilecekleri gerçek bir siyaset mektebinin ihtiyacını hissediyor.
Gençliğin artık siyaset arenasında dinamik ve hareketli kesim olmaktan ötesini gerçekleştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Onlar siyaset üreten ve Türkiye siyasetine müdahale eden bir toplumsal güç olmak zorundadır. Gençliğin tarihsel sorumluluğunu yerine getirebilmesi ve Türkiye çapında siyaset yapabilmesi sağlanmalıdır, gençliğin kurtuluşunun başka yolu yoktur.
(Memleket Dergi)