Yaşı kırkın üzerinde olanlar bilir, o eski mahallelerin kerpiç evlerini, dar sokaklarını ve araçlardan tenha, insanlardan şen caddelerini. Ve o mahallelerin bazı erkek çocuklarının küçücük yüreklerinde yeşeren ablaları yaşındaki genç kızlara karşı hissettikleri pembe duyguları. Sevmeyi bilen, güzelin değerini anlayan, hayal dünyası geniş çocuklardır bunlar. O mahallelerin bir de erken süslenmeye başlayan, aileden hafif özgür, serbest davranabilen, o zamanın deyimiyle “tango” kızları vardı. Onların adını Ahmet Muhip Dıranas koymuştu: Fahriye Abla.
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar
Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla
Benim gönlümün de böyle erken yeşerdiğini, yürüyüşüne, endamına, bakışına, gülüşüne pembe duygular beslediğim ve gözümde canlanıveren Bir Fahriye Abla var mıydı? Onu tam olarak söyleyemem ama ben bu duyguları çocukluğumdan tanıyorum. Havasının keskin kömür kokusuyla dolu olan o mahalleyi hatırlıyorum. Erkenden kapanan kapıları, afyon ruhu gibi baygın hallerimi, ak pak gerdanı ve hülyasındaki geniş aydınlığa gülen o ablayı şu an bile görebiliyorum.
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede
Bahçede akasyalar açardı baharla
Ne şirin komşumuzdun Fahriye Abla
Tıpkı kendi süsleri gibi, evleri de sarmaşıklarla, saksılı pencerelerle ve bahçesinde akasyalarla süslü evlerini gözümde canlandırabiliyorum. Mütevazı, küçük, kutu gibi ama asla gözü yormayan, hatta insanın içine bir sevinç bahşeden o evi ve kapısından bir masal kızı gibi çıkan o allı güllü entarili ablayı özlüyorum. İnsan hayali gibi yaz kış yeşil bir saksıdaki ıtırı içim yanarak anıyorum.
Önce upuzun sonra kesik saçın vardı
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin
Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla
Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye Abla
Onu gördüğümde içimde güller açsa da ona yöneler abilerin bakışlarından kıskanır, Fahriye Abla’yı bu hallerinden dolayı kınar, ona küserdim. Bakkaldan çiklet al dediğinde dudağımı büzer, küskünlüğümü gösterince “sen niye küstün yine sarı oğlan” diyerek saçlarımı elleriyle okşamasıyla içimdeki kızgınlık kırmızı bir güle dönüşürdü. O çikleti avuçlarına bırakırken ondan gelen esinti, bütün çocukluğumun masum çiçeklerini serinletirdi.
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya
Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın
Hala dağları karlı Erzincan’da mısın
Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın
Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda
Ne vefalı komşumuzdun sen Fahriye Abla
Ve Fahriye Abla’nın hazin sonu. Ne gönül verdiği mahallenin yakışıklısı ne de ona iştaha ile bakan hiçbir delikanlının ailesini razı edip de onu alamayışı ve yabancı birinin, dağları karlı Erzincan’dan gelip, sürüdeki en güzel kuzuyu kapan bir kurt gibi onu alıp götürüşü... Evet hatırada kalan şey değişmiyor zamanla. Ancak o hatıranın gerçek kahramanı neler yaşıyor, hayatın hangi zorluklarına göğüs geriyor ve hangi hoyrat ellerde ziyan oluyor? Bir kendi, bir de Allah biliyor.
Ve mahallenin pembe yürekli afacanı da hayatın orta yerinde kendini yetişkin bir adam olarak buluveriyor...
Sevgiyle kalın.