Perşembe akşamı, davet üzerine, Selçuklu Otizmli Bireyler Eğitim Vakfı, “SOBE’nin Işığında Teşekkür Buluşması” yemeğine katıldım. Benim için unutulmaz bir akşamdı. Programa Sobe’nin kuruluşundan günümüze kadar geçen süreç içerisinde emek verenler davet edilmişti. Emek veren derken, başta kurucular olmak üzere akademik danışmanlar, eğitimciler, eski ve yeni yönetim kurulu üyeleri, tabii daha büyük oranda ise Sobe Vakfında eğitim gören çocukların eğitim hizmetlerini yaptıkları bağışlarla destekleyen, takdir edilesi, hayırseverler, bağışçılar, iş insanları, esnaflar, memurlar, az ya da çok, her kimlerse onlar davet edilmişti. Zamanı müsait olup programa katılanlar yanında mutlaka çeşitli gerekçelerle orda olmak isteyip olamayanlar da vardır.
Kula teşekkür etmeyen Allah’a şükretmezmiş… Program bir inceliğin eseri olarak düşünülmüş. Gönlünden koparak az çok demeden Sobe’de eğitim alan çocukların hem daha iyi nitelikli eğitim almasını hem de daha fazla çocuğun bu eğitim imkanından faydalanması için destek olanlara desteklerinin boşa gitmediğini, devam etmesini ve bu bağışlarla değişen hayatlardan üç kesit sunuldu. Salonda Sobenin gelişim tablosunun sunumu sırasında oluşan gurur kıvanç havası bir anda duygusal bir atmosfere dönüştü. Çünkü ardık ekranlarda Sobe’de eğitim alan aileler umutsuzluklarından umuda giden süreci anlatıyorlardı. Şükreden, gözü yaşlı, umut dolu sözlerle çocuklarındaki değişimin hikayesini o çocukların bu eğitimi almasına katkıda bulunan hayırseverlere anlatıyor, teşekkür ediyorlardı. Yeri gelmişken belki bir kaçını yakından tanıdığım ama çoğunu hiç tanımadığım, sağımda solumda, arkamdaki masalardaki hayırseverlere ben de gönülden teşekkür ediyor, desteklerinin sürmesi temennisinde bulunuyorum.
Bu atmosferde hepimiz duygulandık. Ne kadar anlamlı bir iş yapıldığını yapılan işlerden küçük bir kesit bile anlamaya yetti. Gözümün önünde Sobe’nin ilk öğrencilerinin seçimi sırasında değerlendirme anlarımız geldi. O değerlendirme komisyonunda birlikte görev yaptığımız ve o akşam da aynı masa etrafında buluştuğumuz Prof.Dr. Ömer Faruk Akça, Dr.Öğr.Üyesi Yahya Çıkılı, Dr.Öğr.Üyesi Fatih Koçak oturuyordu. Hemen yanımızdaki masalarda Prof.Dr. Binyamin Birkan, Fatma Güllüoğlu Birer de katılmıştı. Zaman çabuk geçiyor…
…
Masadan salona doğru şöyle bir baktığımızda Konya protokolü adına hemen herkes oradaydı. İç işleri bakanı sayın Ali Yerlikaya’dan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Konya Valisi, İlçe Belediye Başkanları, Jandarma Genel Komutanı, Ticaret ve Sanayi Odası başkanları vd…. tek tek yazamayacağım kadar çok sayıda katılımcı vardı. Kurulduğu ilk günden itibaren çorbasında bir tutam tuzum olduğu için mutlu olduğum Sobe Vakfının bugün geldiği nokta, verdiği hizmetin niteliksel değeri, ulaşılan çocukların nicel sayısı, gösterdiği gelişim, Türkiye’de Otizmli Bireylerin iş hayatındaki istihdamına kısa sürede büyük bir katkıda bulunması, kurulduğu günden bugüne geçen süreyi değerlendirdiğimizde gerçekten takdir edilmesi gereken bir başarı hikayesi yazıldı hep birlikte. Artık yurt içi ve yurt dışında eğitim danışmanlık hizmetleri de vermeye başladı. (Yurt dışı derken, 2019 yılında Sobenin ilk yurt dışı protokol anlaşması için görüşmeler yapmış, protokol, işbirliği anlaşması hazırlamıştık Bosna Hersekte bir kurumla. O protokol karşıma çıktı birden arşivimde karşıma. Vaktinden önce düşünülmüş fikir hayat bulmuyordu demek ki. Bir kez daha anladım.)
…
Sobe’de, gerek resmi kurumlardan gerekse iş insanları tarafından kendisine yapılan yardımları, katkıları fazlasıyla hak edip canla başla çalışan iyi bir ekip olduğunu biliyorum. Özel eğitim ihtiyacı olan çocukların eğitim masrafları normal gelişim gösteren bireylerin eğitim masraflarından çok daha fazla maliyetli. Bunun yanı sıra daha fazla, daha yoğun eğitim gerektiriyor. Bırakın asgari ücretli, karı koca çalışan memur olsa dahi altından kalkılamayacak derecede yoğun ücretler gerektiriyor özel eğitim. Nitelikli ve yoğun eğitimle çocuklarda ilerleme sağlanabiliyor. Gelir durumu çok iyi olmayan ailelerin bu eğitim maliyetlerini kendi başlarına karşılamaları, nitelikli eğitim almaları imkansız gibi. Çocuklarının eğitimleri için evlerini, araçlarını satan, borçlanan, kredi alan çok zor durumda olan bazen parçalanan aileler var...
Sobe Vakfı kurumsal ve bireysel bağışçıları sayesinde çok zor durumda olan ailelerin yalnız olmadığını, kaderlerine terk edilmediğini göstererek bu ailelere burs sağlıyor ve ücretsiz eğitim veriyor, ailelere destek oluyor. Sayın Uğur İbrahim Altay, Konya’da hiçbir iyilik yarıda kalmaz, dilerim bu yardımlar bağışlar giderek artar ve daha fazla çocuğa eğitim sağlanır dedi. Ben de öyle olmasını umut ediyorum ama bu süreklilik sadece temenni ile olmuyor maalesef. Fiili destek de gerektiriyor, bu konuda Konya içinden ya da dışından hayırseverlerin yardımları en büyük geliri sağlıyor. Dilerim artar eksilmez, bereketlenir. Katlanır, çoğalır bu yardımlar…
Başkan Mustafa Ak
Herkese teşekkür edilse de bence süreci başından bugüne kadar getiren Sobe Vakfı Başkanı Sayın Mustafa Ak’a özel bir teşekkür etmek gerekiyor. Sahanın, alanın, vakfın gerekleri, ihtiyaçları, ailelerin, eğitimcilerin talepleri ile Vakfın imkanları arasındaki hassas dengeyi sağlamak, azı çoğaltmak, olmayanı sağlamak için büyük gayret gösteriyor. Çok yıpratıcı bir görev. Onun şahsında eski ve yeni yönetim kurulu üyeleri de teşekkürü hak ediyor. Alan el ile veren el arasındaki köprü olmak prestiji olmayan yıpratıcı bir görev. Biz sıramızı savdık onların azimleri daim olsun.
…
Program için hazırlanan kliplerin, başında ya da sonunda, bu eğitim hizmetleri verilen öğretmenlerin de bir bütün halinde yer almış olması daha şık olabilirdi. Bağışlar, desteklerle otizmli bireylerin ve ailelerin hayatlarında anlamlı dokunuşlar yapan, gayret gösteren, yıpranan, çırpınanlar arasında onlar da Sobe Vakfının mütemmim cüzü…
…
Programın en sonunda sahneye çıkan birisinin! yaptığı konuşmaya da değinmesem olmayacak, içimde kalacak. Kim olduğu önemli değil. Hayatımda duyduğum, dinlemek zorunda kaldığım en rahatsız edici, içerik olarak dağınık, zamanlama olarak kötü, günün anlamına gecenin ruhuna hiç uygun olmayan saçma sapan bir konuşmaydı. Kapalı bir salonun içinde olduğunu unutmuşçasına, miting alanında söylev verir gibi yüksek sesle yapılan konuşmanın ses şiddeti ve söylem bizi masadan kaçırmaya yetti. Dilerim konuşmacı, kaydı varsa şayet, oturup konuşmasını kendi dinler. Ben ne saçmaladım diye bir daha düşünür. Kendilerine teşekkür edilmek üzere gelmiş insanlara protokol için alkış istemek gibi bir garipliği, üstelik arka taraf siz de alkışlayın, diye üstelemesi, Albert Camus romanlarındaki absürt felsefe numunesi gibi geldi bana.