“Her insan yaşadığı hal üzere ölür ve her kul öldüğü hal üzere diriltilir” (Müslim) buyuruyor Peygamberimiz.
Nasıl yaşıyorsunuz ey kavmim? 24 saatinizi nelerle dolduruyorsunuz?
Dilinizde neyin zikri var?
Paranın mı, işin mi, alacaklarınızın mı, kadının mı, evin arabanın yemeğin futbolun mu?
Yoksa Allah’ın mı?
Gönlünüzde neyin tefekkürü var?
Allah’ın mı? Yoksa yetişecek işlerin, yapılacak görüşmelerin, çek-senetlerin mi?
Daha çok kazancın mı?
Amacınızda ne var? Allah’ın rızası mı yoksa rahat, lüks, para, şöhret, kadın, yemek mi?
Sorular uzar ve çeşitlenir ama önemli olan nasıl yaşadığımızdır. Belki kızıyorsunuz “işimizi, kazancımızı düşünmeyelim mi” diye. Elbette düşünün ama son nefesinizi hesap ederek düşünün. Başlangıçtaki hadisi tekrar okuyun. “Yaşadığınız hal üzere öleceksiniz”.
Ölüm anı çok şiddetli ve fitne doludur ey kavmim.
“Rebi ibni Sedre der ki: “Ehvaz memleketinden olan bir kimseye ölüm anında LA İLAHE İLLALLAH de denildi. Bunun üzerine o kimse “On, onbir, oniki” demeye başladı.
Bu zat kalem halkından ve daire kâtiplerinden olup kendisine o sırada hesap etmek ve tartmak işi galip gelmişti”
Bir kimsenin üzerinde haraç vergisi borcu olup onu pazartesi ve perşembe günleri verirdi. Nihayet ölüm zamanı gelince kendisine “La ilahe illallah de” denildi. O da “pazartesi, perşembe” demeye başladı ve ölünceye kadar bu sözleri söylemeye devam etti.
Birine ölüm zamanı gelince kendisine “La ilahe illallah de” diye Kelime-i Tevhid telkin olundu. O da cevaben “Eşeğe yem verdiniz mi” dedi.
Bir başkasına da La ilahe illallah de denildi. Mesleği pazarcılık idi. Bu zat da “üç, bir de yarım, dört, dörtte biri müstesnadır” demeye başladı.
Tartıyı tam olarak tartan bir kimseye ölüm zamanı geldiğinde La ilahe illallah de denildi. O zat da “Siz benim için Allah’a dua ediniz de o kelimeyi söylemeyi Allah bana kolaylaştırsın. Çünkü ben çalışırken çok az şeylerden terazinin kefesini silmediğimden ve rüzgârların esmesinden ötürü terazinin kefesinde biriken tozları temizlemediğimden dolayı terazinin deliği dilimin üzerine gelerek beni o kelimeyi men ediyor” dedi.
Başka birine ölüm zamanı yaklaştığında La ilahe illallah de denildi. O da “Ben bunu söylemeye güç yetiremiyorum” dedi. Bunun üzerine kendisine “Bundan seni men eden nedir?” diye sorulunca o “Bir gün karşımda durup mendil satın almakta olan bir kadının güzel yerlerine bakmıştım” dedi.
Başka bir kimsenin ölüm zamanı geldiği vakit La ilahe illallah de denildi.
O da “Ben bunu söylemeye muktedir olamıyorum. Çünkü ben dilimle komşularıma eziyet ederdim” dedi.
Bir kimseye La ilahe illallah de denildi. O da “Ben bunu söylemeye kadir olamıyorum” dedi. Kendisine “Sen ne iş yapardın” denildi. “ Ben bir günah işlediğimde Allah’tan daha çok halktan utanırdım” dedi.” (İmam Gazali, Keşfü Ulumi’l Ahire)
Örnekler çok. Gördüğünüz gibi, nasıl yaşanıyorsa öyle ölünüyor. Peygamberimiz:
“Öyle kullar vardır ki uzun zaman cennet ehlinin amelini işler dururlar. Sonra onun bu ameli, cehennem ameli ile son bulup mühürlenir. Yine öyle kullar vardır ki uzun zaman ateş ehlinin amelini işler durur da, sonra onun bu ameli cennet ehlinin ameli ile son bulup mühürlenir” (Müslim 2042) demiştir.
“Alimler derler ki: Ömrün imansız sona ermesi ancak, kalpte günahlar üzerine devam eden münafık kimse için olur. Çünkü onda büyük günahlarda ısrar etme vardır. Görünüşte dosdoğru yol üzerinde olup, içten içe günah üzere ısrar etme vardır. Çoğunlukla ölüm, tevbe etmeden önce gelir. Sekaret anında da şeytan gelip imanını alır. Günahlarında ısrar etmeyen kimselerin ömrününse kötü biteceğini düşünmeyiz” (İmam Şa’rani – Ölüm Kıyamet Ahiret)
Durum ortada ey kavmim.
Her ne kadar kendimize doğuştan İslam elbisesini giydirsek ve asla çıkacağına inanmasak ta, yaşantımız, kendimizi meşgul ettiğimiz işler, insanlarla ilişkilerimiz… son nefesimizde cennet-cehennem arasında bizim için bileti kesiyor.
Şeytan mı kandırıyor bizi? Neyle nasıl kandırıyor da cehennemden korkmuyoruz, günahlardan kaçmıyoruz? Unutmayın, ölüm ansızın gelecektir.
“Allah’ım! Senden dinde sebat etmemi istiyorum. Senden doğrulukta kararlı olmak istiyorum. Senden nimetlerine şükretmek ve ibadetlerini en güzel biçimde yapmak istiyorum” (Tirmizi, “De’avat”, 23)