Kimin ne çocuğu olduğu çıktı meydana!
Yeni Şafak'taki 5 yıllık yazı yolculuğumun ilk yıllarında gündemden oldukça uzak yazılar yazıyordum.
Bayağı da iyi gidiyordu; nasıl desem, kafam rahattı.
Ne Şinasi takımına laf anlatmak zorunda kalıyordum, ne de ağzı salyalı şerefsizlerden küfür işitiyordum.
Zira her iki kesimin atış menzilinin dışındaydım. Matematikten, edebiyattan, sinemadan, aşktan, kuantum fiziğinden falan bahsediyordum.
Tabir-i caizse, kendi küçük dünyamda yuvarlanıp gidiyordum işte.
Üç-beş tebrik ve "takdir" maili de alıyordum ki, keyfime diyecek yoktu.
Sonra ne olduysa, haftada 4 yazmaya başladım.
Yazar yazmaz da gündemin içine cumburlop düştüm; yahut gündem benim içime düştü, fark etmez.
Böylece ilk kez bir "okuyucu" küfrüne maruz kaldım.
Galiz küfürle başlayan uzun bir maildi.
Kanımın donduğunu hissettim; küfürden sonrasını okuyamadım!
Burnumdan soluyordum: Ya bu işi ossaat bırakacaktım, ya da bir şekilde bu küfrün sahibini bulup bi güzel benzetecektim.
Kimsenin tavuğuna kış demeyen söz konusu yazıma reva görülen küfrü bir türlü hazmedemiyordum.
Neden sonra elektronik postamdaki mahut maili baştan sona okuyunca, bir yanlışlık olduğunu fark ettim!
Meğer bir başka köşe yazarı yerine yanlışlıkla bana gönderilmişti.
Yakası açılmamış küfürler savuruyordu; lakin "Sen bunu nasıl söylersin..." diyerek alıntıladığı ifadelerden hiçbiri naçizane yazımda geçmiyordu.
İktibas ettiği cümlelerden hareketle (elbette google marifetiyle) küfür ettiği yazarı buldum.
Adı lazım değil, oldukça gıcık bir yazardı. Üşenmeseydim "okuyucusunun" mailini aynen "ilet" yapardım.
Ne ki, onunla da "okuyucuyla" da muhatap olmak istemedim. Mahut maili, hadi yallah "çöp kutusuna" diyerek, layık oluğu yere gönderdim.
Gel zaman git zaman derken, "okuyucu kitlesi" tahminimin çok çok üzerinde kalabalıklaştı.
Şikayetçi miydim; elbette hayır; kim şikayetçi olur ki!
Okuyucu yazarın meslektaşıdır; biri olmazsa diğeri olmaz. Ben bunu bilir, bunu söylerim.
Lakin küfürbazları "okurlardan" ayırıyorum.
Onlar ayrı bir familyadır.
Dünya görüşleri ne kadar farklı olsa da, nihayetinde birbirinden farkları yoktur.
Aynı yazıdan ötürü bir kısmı "Kürtçü", bir kısmı da "Türkçü" diyerek fakire saydırmıştı da, oradan biliyorum.
Gelgelelim...
En galiz küfürler her zaman "ulusalcı" takımından geliyordu.
Vatan haini olduğumuzu, dahası, vatanı çatır çatır sattığımızı yazmaktan yorulmuyorlardı.
Bunlara soracak olursak, hepimiz ABD işbirlikçileriydik.
Tetikçi medya "yandaş" tesmiye ederek hedef gösteriyor, onlar da ağzına geleni söylüyorlardı.
Erdoğan'a Gül'e kızıp bize küfrediyorlardı.
Mesela...
Erdoğan'a "Musa'nın çocuğu", bize "Sorosçu çocuğu" diyorlardı.
"Mavi Marmara" gemisinin ardından kimin ne çocuğu olduğunu gördük.
Erdoğan, "İsrail terör devleti"ne demediğini bırakmazken, bunlar su koyvermeye başladılar.
Yakında Siyonistlerin ağzıyla konuşmaya başlarlar.
Bunlar böyledir.
Erdoğan'ın bir Yahudi kuruluşundan vaktiyle madalya aldığını dillerine dolayanlar da bunlardır; (çakma Yahudi bir kaportacı çocuğunun ağzıyla) Erdoğan'ı "antisemit" ilan edenler de!
İmdi, "ABD emperyalizmi" karşıtlıklarının da kocaman bir yalan olduğunu göreceksiniz.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin İran'a ambargo kararına Brezilya ile birlikte Türkiye'nin "hayır" oyu vermesi, ciğerlerinin lekesini koyacaktır ortaya.
ABD'deki uzantılarıyla beraber İsrail terör rejiminin Ak Parti'yi alaşağı etmesi için üzerlerine düşen her vazifeyi eksiksiz yerine getirecekleri, "Mavi Marmara" gemisi etrafında sürdürülen tartışmalardaki tavırlarından belli olu-yor.
"Musa'nın çocukları", "Amerika uşakları", "Sorosçu çocukları" diyordunuz değil mi?
Kimin ne çocuğu olduğunu gördük ulan!
İki elim iki yakanızda; ettiğiniz bütün küfürleri yalatacağım size!
Salih Tuna - Yeni Şafak