Yüce Allah katında sorumlu olmayalım diye!
İçlerinden bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). (7Araf 164)
Ayet, İsrailoğullarıyla ilgilidir. Onlardan yoldan çıkmış bir grup Yüce Allah’ın yasaklarını çiğniyorlar ve bunu sürekli yapıyorlardı. O kadar ki bunlar, helak edilmeyi ve azabı hak etmişlerdi. Onların bu halini gören bir grup davetçi, onları uyarmaya devam ediyor, onları isyandan vazgeçirebilmek için çırpınıp duruyorlardı. Davetçilerin, günaha şartlanmış azgınlara nasihat edip durduklarını gören bir başka grup da bunu yadırgıyorlar ve onların boşa kürek çektiklerini, kendilerini boşuna yorduklarını söylüyorlardı. Davetçi grubun onlara verdiği cevap ise gerçekten anlamlıydı:
Rabbimiz katında sorumlu olmayalım diye öğüt verip duruyoruz.
Hem belki onlar da sorumluluklarını hatırlarlar ve isyanlarından vazgeçerler.
Evet, davetçiler görev ve sorumluluklarının farkında olmalıdırlar. Onlar, zaferden değil, seferden sorumlu olduklarını bilmeli ve inanarak vazifelerine devam etmelidirler. Sonuçta zaferleri müyesser edecek olan Yüce Rabbimizdir.
Her insan, ölünceye kadar davetimizin konusudur, tebliğimizin muhatabıdır. Yaşı, işi, konumu, seviyesi ne olursa olsun hiçbir insanı dışlama hakkına sahip değiliz.Yüce Allah, tarihin en kötü, en yozlaşmış olmuş toplumlarına bile davetçi göndermiştir. Sözgelimi Hz. Lut peygamber, yeryüzünde ahlaksızlığın en çirkinini işleyen bir topluma davetçi olarak görevlendirildiğinde, beni bu ahlaksız kavme mi gönderiyorsun Ya Râb, dememiş, vazifesini yapmıştır.
Bir kişiye on kere daveti götürmüş olsak bile, on kere anlattım yine de anlamadı deyip onu terk etme hakkına sahip değiliz. Kim bilir belki de o kişi on birinci hatırlatmamızda gerçeği anlayacaktır?!
Ancak biz, muhataplarımız arasında öncelikli olarak gideceklerimizi belirleme hakkına sahibiz. Hay olanla irtibatlı olduğu sürece söylenen her hakikatin er veya geç bir tesiri olacaktır. Hiçbir şey olmazsa, hakikati söylemekle biz kendi nefsimize tebliğ etmiş oluruz, hakikat emanetini taşımanın gereğini yerine getirmekle görevimizi yapmış oluruz.
Toplumda şer odakları durmadan çalışırken, hayır adamları da çalışmalıdır, hem de çok daha fazla çalışmalıdırlar. Kötülere karşı aktif iyilerden olmalı, pasif iyiler değil! Zira Kur’ân, iyiliği kendinde kalanlardan değil, iyiliklerini başkalarına taşıyanlardan olmamızı emretmektedir.
Biz vazifemizi yapmakla yükümlüyüz, sonuçları yaratacak olan Allah’tır. Yüz kere hatırlatırız ve bırakırız da yüz birinci uyarıda yola geleceğini bilemeyiz.
Davetimize konu olan insanların günah ve isyanda ısrar etmeleri bizi yolumuzdan vaz geçirmemelidir. Onlar kötülükler de ısrar ediyorsa, bizler de iyilikleri yaymak, kötülüklere dur demekte ısrarcı olmalıyız.
Şair ne güzel söyler:
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan koşmana bak sen !
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın !
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ileri varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tane de solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!