Demokrasi ile ilişkim, sandığa gidip oy vermemle ilgili olmadığı gibi, Ak Parti ile de ilişkim, ekonomik sebeplerle değil. Ne oy verdim diye demokratım ne de Tayyip Erdoğan’a oy verdim diye particiyim.
Ben, tam da üstat Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Hükümdarın, hükümdarlığı için halka yalvardığı, ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim” günlerinden geliyorum.
71 yaşındaki Medine Bircan’ın başörtüsü sebebiyle hastaneden atılıp, kaldırım üzerinde ölüme terkedildiği günlerden geliyorum.
Küçücük çocukların, Kur’an kurslarından koca koca jandarmalar marifetiyle kolundan tutulup bir eşya gibi dışarıya fırlatıldığı günlerden geliyorum.
Oğulları şehit olan asker analarının, çocuklarının cenazesi için gittikleri morglara, başörtüsü sebebiyle kamu alanı diye sokulmadığı günlerden geliyorum.
Dibine kadar İslamcı ağabeylerimizin, işkenceye namaz molası veren polislerden, sırf düşüncesi sebebiyle ağır zulümler gördüğü günlerden geliyorum.
Hazineyi sıfırlayıp ABD’ye kaçarken havaalanında, banka mevduatlarına el koyup önümüzdeki ayın maaşlarını dağıtın diyen maliye bakanının kurtarıcı olduğu hükümet günlerinden geliyorum.
Vs. vs. binlerce örnek var.
Bakmayın şimdi oğlunun sağda solda şöyle böyle konuşup 28 Şubatçılarla 3. Yol arayışına girdiğine, babası, astsubay tuvaletinde abdest alırken bir taraftan idrarını pisuara boşaltıp bir taraftan da babasıyla yarım ağız dalga geçen generallerden babasının intikamını alan adamın günlerine erdim.
Bakmayın şimdi ağırlığı kendisinden büyük laflarla sağda solda caka sattığına, 28 Şubat’ta yakasını zor kurtardığı adamların kapısını bekleyen, sözde İslamcı siyasi liderler gördüğüm zamanlara eriştim.
Bakmayın kimi koca koca saçı sakalı ağarmış İslamcı yazarların sırf kişisel ihtirasları ve kıskançlıkları sebebiyle saldırdığına, onların adam yerine konulmadığı günlerden, kanal kanal davet alıp başköşede ağızlarını doldura doldura konuştukları vakitlere yetiştim.
Bakmayın 20 yıldır Ak Parti’yi sömürüp semiren ve fakat şimdilerde AKP diyerek kurtulmaya çalışanlara, asgari ücreti zor bulan yiğitlerin, siyasetle hiç ilgisi olmadığı halde 15 Temmuz’da toprağa düştüğü zamanların şahidiyim.
Evet. Hırsız yok mu, iltimas yok mu, ihaleye fesat yok mu, adam kayırma yok mu, çalıp çırpma yok mu, çarçur etme yok mu? Var. Hem de bu rejimin tüm zamanlarında olduğu gibi bu dönemde de var. Bana göre bu, insan kalitesiyle birlikte aynı zamanda bir sistem sorunudur. Kalitesiz insanın makam işgal etmesiyle, sorunlu sistemde vereceği fotoğraf budur.
Ama bunu, çaldığı sorularla milyonlarca gencin geleceğinin hırsızı olan FETÖ ağzıyla konuşmam.
Ama bunu, 2,5 yılda yaptığı 11.415 ihalenin sadece 624 tanesini açık ihale, kalanların tamamını da kapalı sistem davet usulü istediğine veren İmamoğlu ve CHP ağzıyla konuşmam.
Buna rağmen bizim, oturduğu koltuğu tanrılaşma sürecinin ilk basamağı sanan yerel yöneticilerimiz, üst bürokratlarımız ve çok çok güçlü siyasilerimiz var.
Maalesef bizim, çalıştırdığı insanın rızkını kendisinin verdiğine inanan ve iş verdiklerinin kendisine tapmasını bekleyen işadamlarımız var.
Maalesef bizim, yetersiz ve yeteneksiz olduğu halde, kabasını koyduğu koltuğun soğumasına izin vermeden görev süresini tamamlayan belediye başkanlarımız var.
Maalesef bizim görev tanımlamasında yazan görevlerden hiçbirisini yapmadan emekli olan memurlarımız var.
Maalesef bizim devlete kapağı atınca devletleşen insanlarımız var.
Peki, tüm bunlara dönük bir sözümüz yok mu? Tabii ki var. Her şeyi olduğu gibi kabul etmek zorunda mıyız? Tabii ki hayır. Talep etmemiz gereken ve talebimizin gerçekleşmesi için de direnmemiz gereken konular yok mu? Elbette var.
Bir kavgamız olacak. Ve bu kavga, kim olursa olsun herkesin hukukunu koruyan, mizanı tesis edip, adaleti hâkim kılan bir sistemin kavgası olacak.