Sosyal Darwinizm ve Sonuçları

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Materyalizmin XIX. yüzyıl ürünü olan Darwinizm, artık birçok Batı ülkesinde dikkate bile alınmazken, nedense hâlâ İslam toplumlarında temcit pilavı gibi zaman zaman ısıtılarak servis yapılmak istenmektedir. Halbuki ilimde ‘objektif’ olmadan filân bahsedilir. Ama zaman olur, insanlar bu nazariyeyi onaylayıp onaylamama konusunda tasnif edilerek değişik değerlendirmelere tabi tutulur. Cümle âlem bilmektedir ki, bilim, ancak fikir özgürlüğünün olduğu ve bilim adamlarının himâye gördükleri toplumlarda gelişmeler kaydeder.

Darwin nazariyesi, adı üzerinde bir nazariye olup, bilim değildir. Bu alanda gerçek bilimsel yaklaşım,  genelde canlıların ve özelde insanın yaratılışıyla ilgili bütün “nazariye ve tezleri” birlikte değerlendirmektir. Gerçek bir bilim adamı, birçok seçenek arasında mukayeseler yaparak bir sonuca gitmeye çalışır. Hatta önyargılı olmadan tekâmül nazariyesi, dinlerin yaratılış konusundaki buyrukları ile birlikte ele alınarak bir sonuca gidilmelidir. Eğer varsa, farklı alternatifler de bu sürece dâhil edilebilir.  Elbette, gerek insanın ve gerekse evrenin, kısaca bütün canlıların yaratılışında bir tekâmül süreci vardır. Ama bu süreç, materyalistlerin insan hakkında iddia ettiği gibi değildir. Örneğin Darwin’in, insan türünün tekâmül yasalarına uygun bir takım merhaleleri (nebatat, hayvanat) geçtikten sonra bir değişim neticesi olarak insanlığa inkilâp etmiş olduğu iddiası hayal ve tahminden ibarettir.  Kur’an’da insanın yaratılış safhası bir tekâmül yasasına uygun olarak gerçekleştirildiğine işaret edilir. Ama bu tekâmül, Darwin’in iddia ettiği gibi türler arası bir geçişe dayalı olarak gerçekleşmemiştir. Her türün ilk orijininde olduğu gibi kendine ait bir yaratılış biçimi ve sûreti vardır. Allah her bir varlığı kendisine uygun bir hilkat ve özellikle yaratmış ve yol göstermiştir. Varlıklar, kendilerine özgü suretlerle birbirlerinden tefrik edilir. Dolayısıyla, Darwincilerin savundukları gibi,  insan ve maymun türünün her biri kendisine özgü bir yaratılışa sahip olup türler arası geçiş yoktur. Materyalizmin temellendirilme ayaklarından birisini teşkil eden tekâmül nazariyesi, hiçbir değer taşımayan soyut bir nazariyeden ibarettir. Bugün için artık, bu anlamdaki tekâmül nazariyesi revaçta değildir. Bugün yaşadığımız dünyayı etkileyen nazari Darwincilik’ten ziyâde, sosyal Darwincilik’tir. Bu Darwincilik, bizzat Darwin’in nazariyesi üzerinden üretilmiştir. Belki de onun böyle bir niyeti  yoktu.

Yukarıda değindiğimiz gibi, yaşadığımız çağda; pozitivizm ve fröydizmden sonra tanrıtanımazlığın üç saç ayağından birisi olan Darwinizm tahtından indirilmiştir.  Ama, XIX.yüzyılın sonlarından itibaren  Hegel (1770-1831)  gibi filozofların geliştirdiği “sosyal darwinizm”in sosyoloji, ekonomi, siyaset, ahlâk, zooloji vb. gibi alanlara uygulanmış olması daha tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Darwin’in ‘doğal seleksiyon’ yasası, insan düşüncesine ve davranışlarına uygulanmıştır. Doğal seleksiyon; varlıkta güçlü olan zayıf olanı yok eder, anlamına gelir. Bu bakış açısına göre, nasıl ki hayvanlar âleminde böyle bir yasa geçerliyse, hukuk, uluslar arası ve ekonomik ilişkilerde de bu yasa geçerlidir.  Siyaset alanında A. Hitler’in ‘üstün ırk oluşturma’ projesi, K. Marx'ın “insanlık tarihini, sınıf çatışması” şeklinde tanımlama tezi ve  bilumum emperyalist batılı ülkelerin İslam dünyasını sömürme politikaları sosyal Darwinizm’in en açık örneklerini teşkil etmektedir. Hatta zihinleri sosyal Darwinizm’le ayarlanmış Batılı oryantalistler, geçen yüzyılda İslam âlemini sömürgeleştirme girişimlerini “doğu toplumlarını” adam etme girişimi olarak tanımlamışlardır. Bugünkü durum da geçen asırdan farklı değildir. Yaşadığımız çağda bu kanlı tez, bütün acımasızlığına ve katılığına rağmen hayat buldurulmaktadır. Örneğin, başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm işbirlikçilerin Irak’ta yaptıkları vahşet, sosyal Darwinizm’in bir uygulamasından ibarettir. Nitekim, ABD başkanı Bush, Irak’a ve Afganistan’a saldırı gerekçesini anlatırken, bu halkların ve bu topraklardaki yaşam stilinin Batı hayat tarzını tehdit ettiğini söylemiştir.

İçinde bulunduğumuz yüzyıl,  genetik alanında devrimlerin yapıldığı bir yüzyıldır. Bu devrimin insanlığa yararlı yönleri olduğu gibi, ideolojiye hizmet edecek ve istismara yol açacak zararlı yönleri de vardır. Daha doğrusu, zarar vermede de kullanılabilecek kuşkular oluşturmaktadır. Bu durum genetik alanındaki ilerlemelerin kendisinde değil, onu kötüye kullananlarda ya da kullanacak olanlardadır. Batı’da bu proje çevresinde etik açıdan da tartışmalar kıyasıya yapılmaktadır. Çünkü her türlü ahlâki değerlerden yoksun kötü niyetli kimselerin elinde genetik bilimi,  biyolojik silahlar yoluyla bazı toplumların ve ırkların ortadan kaldırılması tehlikesi yolunda kullanılabilir endişeleri taşınmaktadır. Şimdilik bu alanla ilgili deneyler, hayvanların genleri üzerinde yapılmakta ve genleri üzerinde oynanmaktadır. Gitgide bu uygulamanın  insan ırkları üzerinde yapılma riski artmaktadır.  Özellikle Batı toplumlarında tıp alanında ‘ötenazi’ye izin verilmeye başlamasının arka planında da bu bakış açısı yatmaktadır. Geçen asırda A. Hitler’in Nazi Almanya’sında Çingenelere ve Yahudilere yaptığı söylenilen soykırımın, sosyal Darwinizm’e dayandığı söylenmektedir. Hatta, toplum için yük kabul edilen özürlüler ve yaşlılar bile bu nazariyeye göre elenmesi gereken varlıklar olarak görülmüştür. Maalesef, safari gibi hayvanlar âlemiyle ilgili belgesellerde bile biz, bu nazariyenin izlerini görüyoruz. Güçlü olan hayvanlar, zayıfları yiyor gibi yansıtılıyor. Eğer Allah’ın yasasında böyle bir durum olsaydı, küçük ve zayıf hayvanların çoktan neslinin kesilmesi ve tükenmesi gerekirdi. Böyle bir durum söz konusu değildir. Nasıl ki, Allah, insanlık âleminde üstünün hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü istiyorsa, hayvanlar âleminde de durum böyledir. Allah, sadece insanlara değil, hayvanlara da hidayet etmiş ve adâleti gözetmiştir. Onların genetik kodlarına bu hidayeti ve adâleti yüklemiştir. Bunu salt sevk-i tabii ya da içgüdü olarak tanımlamak gerçekten açıklayıcı değildir.

Netice olarak söylemek gerekirse, her ne kadar insanın kökeni hakkında  Darwinizm nazariyesi bilimsel olarak geçerliliğini kaybetmişse de ne yazık ki, günümüzde, ‘doğal seleksiyon’ tezinin sosyal davranışlara uygulanması hâlâ varlığını korumaktadır. Yeni bir insan tanımına ve bakış açısı geliştirmeye ihtiyaç vardır. Temeli şefkat, merhamet, vefa ve insana saygıya dayalı bir insanlık ülküsüyle ancak, insanın itibarı ve onuru korunabilir. O halde, insanı, yine insana karşı koruyucu bir dünya görüşü oluşturulmalıdır.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.