Sosyal zeka üstüne

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

İnsanların kuvvetlilik ve zayıflık yönünden akıl düzeylerinde bir farklılık vardır. Son yıllarda bellek ve zekâ alanında yapılan araştırmalar, sosyal ve duygusal beynin akılcı beyinden çok daha önce varolduğunu ortaya çıkarmıştır. Duygusal ve sosyal zekâ,  IQ’den daha öndedir. Örneğin,  yüksek zekâ düzeyine sahip çocuklar, her zaman, akademik başarısızlık, alkolizm ve suç işleme gibi sorunlar açısından yüksek risk grubundadır. Bunun nedeni zekâlardaki bir eksiklik değil, duygusal ve sosyal yaşamlarını kontrol etme yeteneklerinin bozulmuş olmasıdır. O halde insan hayatında sadece IQ değil, duygusal ve sosyal zekâ da çok önemlidir. Zekâ düzeyi (IQ) yüksek olan kimseler akıl dışı işler yapabildikleri gibi, iş ve kişisel hayatlarında da çok kötü seçimler yapabilirler. Akademik zekânın, duygusal ve sosyal yaşamla pek ilgisi yoktur. Bazen aramızdaki en zeki insanlar gem vuramadıkları tutkuların, söz geçiremedikleri dürtülerin esiri olabiliyorlar; yüksek IQ’lü kişiler özel yaşamlarını hayret edilebilecek ölçüde kötü yönetebiliyorlar.

 

Olaya bir başka açıdan yaklaşacak olursak, içinde yaşadığımız toplumda nice zekâ düzeyi yüksek olan insanlar var ama duygusal ve sosyal zekâları aynı düzeyde olmadığı için bir kenarda ve köşede kalmaktadırlar.  Salt zekâ düzeyinin (IQ) yüksek olması, insanın içinde yaşadığı toplumdan temayüz ederek yüksek mevki ve makamlara gelmesi anlamına gelmiyor. İnsanlarla iletişim kurmada salt IQ düzeyinin yüksek olması yetmiyor. Duygu ve sosyal zekânın da buna eşlik etmesi, rehberlik yapması gerekiyor. Nice sosyal zekâya sahip olan kimseler diğer zekâ sahipleriyle boy ölçüşecek bir düzeyde olmamalarına rağmen, kendilerini iyi tanıtma, iyi anlatma ve ötekiyle sosyal iletişim kurmada beceri sahibi oldukları için belirli göreve gelme ve getirilme konularında öncelikli olabiliyorlar. Bu iki akıl düzeyinin farklılığını en güzel Hz. Mevlana’nın “bedevi ve filozof” hikâyesi ortaya koymaktadır.

Bir gün bedevinin birisi eşeğinin sırtına bir heybe atmış, heybenin dengelenmesi için bir gözüne kum taneleri diğer gözüne de buğday doldurmuş. Yolda giderken saçı sakalı birbirine karışmış yoksul görünümlü bir adamla karşılaşmış. Adam bedeviye, heybede ne götürdüğünü sormuş. Bedevi, bir gözünde buğday, diğerinde kum var, demiş. Adam, buğdayı anladık da kumu niye doldurdun deyince, bedevi, dengeyi sağlaması için, cevabını vermiş. Bunun üzerine adam, öyle yapacağına aklını kullansan da buğdayı ikiye bölseydin bir kısmını heybenin bir gözüne diğer kısmını da öteki gözüne koyar, böylece hem dengeyi sağlamış ve hem de eşeğin yükünü hafifletmiş olurdun, der. Bu fikir bedevinin aklına yatar ve çok hoşuna gider.  Bedevi, akıl veren kimseye dönerek, sen vezir misin? Padişah mısın? deyince, adam, hiçbiri değilim, demiş. Tekrar bedevi üstelemiş, herhalde kılık-kıyafetini değiştirmiş parası-pulu çok olan bir zengin olmalısın, demiş. Bunun üzerine adam, para-pul şöyle dursun, bir lokma ekmek alacak bir mangırım bile yok, böyle diyar diyar dolaşıp duruyorum, kim bir lokma ekmek verirse onunla idare ediyorum, demiş. Bu son cevap üzerine, bedevî öfkesinden; “yürü uğursuz herif, yanımdan uzaklaş!” diye bağırmış. “Benim çuvallardan birine kum doldurmam, aptallığım, senin akıllılığından daha iyi; çünkü dağarcığımda azığım, çuvalımda buğdayım var” demiş.

Görüldüğü gibi bu hikâyede akıl ayrımı çok güzel işlenmiştir. Akıl, insanı düşünmeye, düşüncede bir yol-yordam geliştirmeye, yol-yordamda insanı belirli yerlere getirmeye sebep olur. Ama bu filozofun zekâsı sosyal ve duygusal zekadan mahrum olduğu için bu dediğimiz hususları gerçekleştirmeye yetmemiştir.

Çağımız biraz da imaj ve reklâm çağıdır. İnsanlar, “ehliyet ve liyakat”ten öte, kim, kendini nasıl pazarlıyorsa ona önem veriyor. Burada ‘sosyal zekâ’ öne çıkıyor. Bir kimse gerçekten herhangi bir konuda çok bilgili, çok mahir ve mesleğinin ehli olabilir. Ama alanıyla ilgili yaptığı bu çalışmaları gün yüzüne çıkarıp erbabı arasında anlatamıyorsa, bu alanın insanlarıyla sosyal bağları yoksa insanlar onun başaralı yanlarını nasıl keşfetsinler. Kişiyi tanıtan zihninde saklı bilgi değil, konuşma ve yazmasıyla ortaya çıkacak bilgi türüdür.

 Çağımız bir iletişim çağıdır. Eğer siz kendinizi anlatamıyorsanız, ilişkileriniz iyi değilse, belirli makam ve mevkilere gelemiyorsunuz. Bu düşünceyi, iş hayatından uluslar arası ilişkilere kadar götürmek mümkündür.  O halde, iyi bir ürün üretebilir, teknoloji alanında bir icad yapabilir ya da herhangi bir kurumu yönetebilirsiniz. Eğer siz, sosyal ve duygusal zekânın gereklerini yerine getiremezseniz, ürettiğiniz mal ya da icat ettiğiniz âlet elinizde kalır. Yönettiğiniz kurum, şirket ya da uluslar arası düzeyde yönettiğiniz ülkeyi iyi anlatamaz ve tanıtamazsanız, başarılı olamazsınız. Hayatta başarılı olmanın yolu, salt zekâdan geçmiyor, sosyal ve duygusal zekânın da devreye sokulmasından geçiyor.

 

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.