Saadet Partisi’nin 5. Olağan genel kurulu gerçekleşti ve Genel Başkanlığa yeniden Mustafa Kamalak getirildi.
Mustafa Kamalak, SP’nin gizli Genel Başkanı Oğuzhan Asiltürk tarafından Genel Merkezin adayı olarak ilan edilip, diğer adaya karşı açıkça cephe alınınca delegelere de bu emre itaat etmek düştü.
Genel Kurul öncesi, ‘SP üst yönetimi Erbakan Hoca’nın yolunda mı?’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıma genel olarak olumlu, nadiren de olumsuz tepkiler aldım. Ben hâlâ o yazımın arkasındayım ve o günden bugüne düşüncelerimde bir değişiklik olmadı.
O yazımda bahsettiğim nedenlerden dolayı, tabandan Genel Merkeze büyük tepkiler olduğunu bildiğim için şahsen Genel Başkan’ın değişeceği kanısında idim. Kamuoyunda da böyle bir beklenti vardı.
‘Bu iş Kamalak’la gitmez, yeni bir kana, yeni bir heyecana ihtiyaç var’ deniyordu. Hatta Genel Merkez tarafından, Genel Başkanlığa Mustafa Özkafa’nın aday gösterileceği bile dillendirildi.
Ancak beklenen değişim olmadı. Fatih Erbakan’ın Genel Merkez’e ve Oğuzhan Asiltürk’e rağmen aday olması da sonucu değiştirmedi ve Mustafa Kamalak yeniden Genel Başkan oldu. Fatih Erbakan seçilse idi Oğuzhan Asiltürk partiyi ona teslim eder miydi, yoksa Numan Kurtulmuş’a yaptıklarını ona da mı yapardı? İşin o kısmı da muamma…
Genel Başkan değişmemiş olsa da, Saadet Partisi’nin Genel İdare Kurulu ile Yüksek İstişare Kurulu’na Konya’dan yakından tanıdığımız isimlerin girmiş olması memnuniyet verici oldu.
Konya’yı temsilen Mustafa Özkafa, Mehmet Şen ve Lütfi Yalman’ın GİK üyeliğine, Veysel Candan ve Hasan Hüseyin Öz’ün de YİK üyeliğine seçilmeleri kongrenin sevindirici yönü olmuştur.
Mustafa Kamalak ve yakın çevresinin 17 Aralık’tan sonraki söylem ve davranışlarını terk etmesini ve merhum Erbakan Hoca’nın yoluna dönmesini temenni ediyor, Konya’dan GİK ve YİK üyeliklerine seçilen değerli zevatı tebrik ediyorum.
Saadet Partisi’nin hayırlı faaliyetler yapması, Milli Görüş’ü gerçek anlamda temsil etmesi, büyümesi ve TBMM’nde grubunu oluşturması en büyük arzumuzdur.
*** *** ***
Ülkemizde son yıllarda artış göstermeye başlayan cinayetler, katliamlar, tecavüzler ve aile faciaları neredeyse zirveye ulaştı.
Bilhassa çocuk ve kadın cinayetlerinin büyük oranda arttığı ve ‘yeter artık’ diye feryat etmemize yol açan korkunç olaylar, toplumu derinden yaralamakta ve ferden ferda herkesin büyük tedirginliğine sebep olmaktadır. 7-8 yaşlarındaki çocuklara kadar inen ve hunharca işlenen tecavüz ve cinayetler, insanın kanını donduracak cinstendir. Artık bu olaylara ‘dur’ demenin vakti geçmektedir.
Mevcut ceza sisteminin bu olayları bırakın önlemeyi daha da artmasına sebebiyet verdiği bir gerçektir. Öyle ise yeni bir ceza sistemine şiddetle ihtiyaç vardır. Cezaların caydırıcı olması esastır. Ülkemizde uygulanan mevcut cezalar caydırıcı olmaktan uzaktır. Caydırıcı olmuş olsa idi, suçlar bu derece artış göstermezdi.
‘Başta eğitim şart’ dediğinizi duyar gibiyim. Tamam ama ideal eğitim sistemini oturtuncaya kadar bu katliamlar, bu cinayetler, bu facialar devam mı etsin? Kaldı ki istenilen eğitim sistemine ne zaman kavuşacağımızın bir garantisi de yoktur ve bu konu çok uzun vadelidir. Halbuki ülkemizin ve toplumumuzun bu konuda daha fazla beklemeye tahammülü yoktur. Bu işin kısa vadede çözülmesi şarttır.
O takdirde kaldırılan idam cezasının acilen ve mutlaka yeniden getirilmesi gereklidir. Bu tüyler ürpertici korkunç olayların önüne geçilmesinin tek yolu en büyük caydırıcı ceza olan idamın ceza yasalarına tekrar konulmasıdır.
Nasıl ki, vücudu kurtarmak için kangren olmuş uzuv kesilip atılıyorsa, toplumu kurtarmak için de insanlıktan çıkmış ve kangren haline gelmiş kişilerin de feda edilmesi gerekir. Unutmayalım ki, ‘kısasta hayat vardır.’
Daha önce de sık sık yazdığım bu önemli konunun son günlerde hükümet yetkilileri tarafından gündeme getirilmesi memnuniyet vericidir ve bir an önce gerekli yasal adımlar atılmalıdır. Mutlu yarınlar efendim.