Bir süredir en azından haftada bir yazmaya niyetleniyor, ancak yazmayı planladığım zaman daralınca erteliyordum. İçimdeki bu yazı kavgasını bitirmeye niyetliyim bu defa. Kendimi kasmadan, tekrar gündemin ucundan tutmalıyım diyorum kendime. Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyenin azaldığı şu günlerde, destek olmalıyım hakikat kavgasında haklıya, düşünce kavgasında doğruya. Kayseri fıkrasında olduğu gibi soruya cevap vermeden evvel, "alacak mıyız, satacak mıyız" demeden, hakkaniyet ağacına su vermeliyiz serpilsin diye...
Nihayet bugün için yazmaya karar vermiştim. Bir tarafından tutup öveceğim, niye şöyle yapmadınız deyip eleştireceğim onlarca konu birikmişti arşivimde. Birinden başlayıp bismillah diyecektim...
Bu karmaşa içerisinde debelenirken, dün gece bir anda gündemim değişti. İmam Hatip Lisesi'nden sınıf arkadaşım, kendisine kısaca SSK dediğimiz, kardeşim Selim Sırrı Keleş'in ölüm haberi ağzımın tadını kaçırdı. Unuttuğum ölüm gerçeğini yüzüme vurdu bir kez daha. Bir gün evvel şakalaştığın arkadaşın bir gün sonra dünyasını değiştirmiş. Varmışsın, yokmuşsun...
Yakın arkadaşın ölümü daha çok hırpalıyor, anlamsızlaşıyor her şey. Dünyanın değersizliği, hırsların ve şehvetin ölüm geliverince fayda vermediği gibi cennet yolunu zorlaştırdığını anlıyorsun. Bunlar yetmiyor, kefenle toprağın altına koyulanın kendin olduğunu düşünüyorsun bir an ve gözün kararıyor, için burkuluyor. Cenazene kimler toprak atmaya gelmiş, kimler son yolculuğunda tabutuna el atmış merak ediyorsun. Ardından bir fatiha okuyanlar, iyiydi diyenler... Bunların hepsi boş! Esas morali bozan neticesini herkesin az çok tahmin ettiği ahiret çıkınındaki azığın yetersizliği...
İnsanoğlu kabre konunca en çok şu iki şey ağrına gidermiş. Birincisi, emek emek biriktirdiği mallarını yanında götüremeyişi, ikincisi ise o götüremediği malların hoyratça dağıtılması, el sürmeye kıyamadığı eşyalarının oradan oraya sürüklenmesi, kıymetini bilmeyenlerin elinde oyuncak olması. Dahası, sen aşağıda hesabını nasıl vereceğim diye düşünürken yukarıdakilerin niçin daha çok çalışıp daha fazla mülk bırakmadığına dair konuşmaları bir kez daha öldürürmüş ademoğlunu.
Şimdi önce kendimize, sonra en yakınımızdan başlayarak ümmete dua etmenin vaktidir. Biz bir arkadaşımızın ölümüne bu kadar üzülürken, dünyanın dört tarafında çoluk çocuk demeden yüzlerce, binlerce insanın vahşice ölümü tadıyor olması Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) bir hutbesinde yaptığı şu konuşmasını hatırlatmalı. “Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce, kendi amellerinizi tartınız. Hesaba çekilmek üzere, kıyamet günündeki en büyük arz, huzura alınma için gerekli güzel hazırlıklarınızı yapınız. O gün huzura alınırsınız, öyle ki size ait hiçbir sır gizli kalmayacak, bütün sırlar meydana çıkacak.”
Selim Sırrı kardeşim dünyadaki hayatını tastamam yaşadı. Ne bir saniye az, ne bir saniye fazla. O, ne zaman biteceğini bilemediği ömrünün bir süre daha süreceğini sanıyordu, ama ansızın bitti. Ya biz? Biz de belki çok kısa bir zaman sonra aynı akıbetle karşılaşacağız, ancak bakın henüz buradayız ve bir süre daha vaktimiz var. Kendimizi yeniden ahiret yolcularının yapması gerekenleri yapar hale getirmek için neyi bekliyoruz!
Bize, bildiğimiz gerçeği bir kerre daha hatırlatan, iyi kötü sayısız anılarımız olan kıymetli kardeşime gittiği yerde selamet dilerim. İnşallah Rabbim onu da bizi de yapmamız gerekirken yapmadığımız, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızdan ötürü affeder. Vesselam...