Stratejimiz krizden beslenmek mi?

Derviş Argun

 

80 öncesi gençliğin ağabeylerinden birisiyle bir vesile bir yerde birlikte olduk. Zannediyorum İslami camianın, neredeyse tamamının tanıdığı bir isim. Mücadelenin her bir türlüsünü fiili olarak yaşamış, yaptığı her bir şeyin bedelini de ödemiş birisi.  Sözleri, sanatkâr olmasından değil, davanın yükünü bir dönem genç bedeniyle, şimdilerde de yorgun bedenine olgun bir görüntü vermiş ak saçlarıyla süslü, deruni haliyle omuzlamaya çalışan birisi.

            Türkiye’deki siyasi hareketliliği, ta 27 Mayıs’tan, araya sıkıştırılmış 27 Nisan e- bildirgesi gibi garip müdahalelerde içinde olmak üzere, 12 Eylülüyle birlikte yaşamış birisi. Bu ağabey ülkedeki siyasi atmosferi son elli yılıyla birlikte, geliştirilen karşı koyuşları da askerlerin duruş modelleriyle birlikte değerlendirebilecek birikime sahip olunca, bu güne ait yorumları ayrı bir değer kazanıyor.

            Yazının konusunu, o ağabeyin bahsettiği 80 öncesi siyasi ve sosyal hayattaki yanlış yapılanmalar, ya da 80 sonrası bu yapılanmada boy vermiş bazı şahısların, ekonomik dünyamızdaki yüz kızartıcı uygulamalarından bahsederek boğmak istemiyorum. Yine konuyu Türkiye’deki cuntacı derin güçler gibi, stratejik olarak krizden beslenmeyi adet edinmiş kimi sözde halk yapılanmalarında da hassaslaştırmak istemiyorum. Ama şahsen istifade ettiğim bu sohbetin ana teması olan birkaç cümleyi de sizinle paylaşmak istiyorum.

            “Cumhuriyet tarihi itibariyle Türkiye’de nispi düzeyde bile olsa, insana ait din ve özgürlük arayışlarının başlama dönemi 1950 dönemi sonrasıdır. Yani Türkiye’de halkın kendisinin merkeze oturtulmadığını fark etmesi ve bu anlamda bir arayışa geçmesi otuz yıllık bir gecikmeyle başlamıştır. Bu gecikmişliğin telafisi adına bu millet, kendi lehine gördüğü her bir hareketlenmeye sahip çıkmış ve destek vermiştir. Bu desteği verirken de çoğu zaman can, mal ve imkân hesabı yapmamıştır.  Hem 1950 sonrası Demokrat Parti hareketlenmesi hem de daha sonrasında gelişen Turgut Özal Anavatanı dâhil birçok yapılanmalara halkın verdiği destek, aslında insanların elde etmeye çalıştıkları şeyden çok, kurtulmaya çalıştıkları şeyden kaçış hamleleriydi. Yani insanlar aslında en son seçimlerde Ak Partiye verdikleri yüksek oy oranıyla da, Ak Parti iktidarının kendilerine vereceğinden çok, kendilerini nelerden kurtaracağını önemsemişlerdir. Devlet tarafından beslenen 80 öncesi ölümlü olaylar ya da 80 sonrası geliştirilen modern vuruşlar hepsi halkın arayışını daha bir güçlendirmiş ve bu konudaki kararlılığını arttırmıştır. Halkın bu konudaki tarafgirliği dün olduğu gibi bu günde olmaya devam edecektir. Temel sorun bu desteğin stratejisini kimin ve hangi şartlarda yazacağıdır. Eğer stratejide hata yapılıp geçmişte olduğu gibi halkın bu desteği tekrar boğdurulursa yeni bir desteğin filizlenmesi 80 ihtilalini milat alırsak en az 40 yılımızı alır.”

Ben şahsım adına bu tespitin özel bir tespit olduğuna inanıyorum. Hem bu yazıyı yazan ben, hem de okuma lütfünde bulunan herkes biliyor ki Türkiye, sosyal tabanlı sorunlarda çözüm üretmeden geliştirilecek stratejiler için oldukça mümbit bir yonca bahçesi. Yani elinizde değer arz ettiğine inandığınız azda sosyal tabanı mevcut bir sorununuz varsa, bu size Türkiye’de çok şey kazandırıp, çok yol aldırabilir. Eğer bu işi birazda usturuplu yapıyor iseniz, sizin iki ileri bir geri yapıp size tabii olanlara zaman ve değer kaybettirdiğinizin kimse farkına bile varmaz. Bu tarifin 28 Şubat dönemine ait kimi aktörleri halen yaşıyor. Eğer boynundaki kravatı ve üzerindeki takım elbiseyi çıkartıp yeniden “tebdili kıyafet” etse, bu sahtekâr duruştan nasiplenmek için yanında bedeliyle birlikte çorabını ya da mendilini bu “sahte kutsal duruşlu” adamın cebine yerleştirecek çok insan çıkar. Bu aynaya bakmaz ve bakınca utanmaz sahte duruşluların nasıl tedavi edileceğini şahsen bilmiyorum. Ama bu sahte duruşa olan teveccühümüzün hızlı bir şekilde çözüme kavuşturulması gerektiğine inanıyorum.

Türkiye’de halkın sorunlarının çözümü için birçok yol olabilir. Fakat çözüme kavuşturulması gereken sorunlar belli olmasına rağmen stratejinin nasıl olması gerektiği tartışmalıdır. Bu konuda söz sahibi olması gerekenlerin aynı zamanda yetki sahibi olması gerekenler olduğunda şüphe yok. Süreci götüren ve riski alan stratejiyi de belirleyen olmalıdır. Bu sebeple kenarda duranlara ve gelişmeleri seyredenlere, stratejiyi belirleyenlerin paralelinde bir tarz geliştirmek düşer. Bunun dışında sürecin eğimini yanlış kırılmalara sebep olacak hale getirmek, ne süreçten istifade etmeye çalışanlara nede ihanet etmediğini zannettiğimiz sürecin stratejik mimarlarına fayda verir.

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.