Bir köyde üç beş kişi çıkıyor, şu veya bu sebeple kendi köyünden ve kendi akrabasından olan kırktan fazla kişiyi çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden tarayıp öldürebiliyor. Olay Müslüman bir belde olan memleketimizde oluyor. Bir tarafta Kur’ân’ın, bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş demektir (5/32) uyarısı, öte yanda Kur’ân’a inandığını söylediği halde gözünü kırpmadan bu kadar cana kıyabilen insanlar.
Gazeteler konu ilgili pek çok şey yazdı çizdi. Biz de bu kısa yazımızda konu ile ilgili dikkatten kaçan birkaç noktaya temas etmek istedik.
Her şeyden önce şunları söyleyelim ki, İslam barış ve hayat dinidir, o insanları yaşatmak hem de onlara huzurlu bir hayat bahşetmek için gelmiş bir dindir. İnsanın can emniyeti, dinin temel hedeflerinin başında gelir. İslam’a göre, bir kişiyi haksız yere öldüren kimse, maktulün yakınları diyete razı olup bağışlamazlarsa kısassen devlet yetkililerince öldürülür. İslam Devletine baş kaldıran, kan döküp fesat çıkaran kimseler/bağîler/teröristler öldürülür. Yine bir Müslüman, canına malına kastetmek üzere üzerine gelen kimseye karşı kendini müdafaa edebilir. Bir de Müslümanlara savaş açan kimseler savaşta öldürülürler. Bunun dışında hangi suçu işlerse işlesin hiç kimse öldürülemez. Kim öldürürse katil olur ve her kim de öldürülürse mazlumen öldürülmüş olur. Kur’ân, haksız yere bir kimseyi katleden kimsenin ahrette ebedî cehennemlik olacağını söyler: Kim bir müslümanı bile bile öldürürse onun ahretteki cezası, içerisinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve onun için dehşetli bir azap hazırlamıştır. (4/93)
Bu kısa girişten sonra şunları söyleyebiliriz: Bu kadar insanı katledenler çok korkunç bir cürüm işlemişlerdir ve suçludurlar, dünya ve ahretteki cezalarına hazır olmalıdırlar. Ancak böyle olaylarda suçlu yalnızca katiller midir? Onları yetiştirenlerin hiç suçu yok mu? Bu sorulara da cevap aramamız gerekir. Şöyle ki:
Bu insanlar Müslüman bir beldede anne baba ve akrabaları tarafından yetiştirildiler. Peki, onlara yukarıya kısaca özetlediğimiz İslam’ın ilkeleri hiç hatırlatılmadı mı? Yeryüzünde Hz. Âdem’in oğlu Kâbil’in kardeşini öldürmesiyle birlikte ilk kanın döküldüğü ve yeryüzünde fesadın kapısının arlandığı onlara hiç anlatılmadı mı?
Bu insanlar, en azından temel eğitim almışlardır herhalde. Beş senelik bu eğitim sürecinde onlara ders veren öğretmenler, bir cana kıymanın ne denli bir cürüm olduğunu anlatmadılar mı?
Bu insanlar, bu yaşlarına kadar Cuma namazlarına gitmişlerdir. Yılda en azından elli iki hutbe dinlemişlerdir. On yıl Cuma namazına gitmişlerse, beş yüzden fazla hutbe dinlemiş olmaları lazım. Yanısıra Cuma ve bayram namazlarında yapılan vaazlara kulak vermiş olmaları gerekir. Peki, bunca vaaz ve hutbede, adam öldürmenin ne denli bir günah olduğu yeterince anlatılamadı mı acaba?
Bu insanlar bu yaşlarına kadar şu kadar radyo dinlediler, televizyon izlediler, bu kadar gazete okudular. Bu iletişim organları bu kadar yayınlarında, adam öldürmenin ne kadar korkunç bir cürüm, vebal olduğunu layığı ile anlattılar mı?
Özet olarak diyoruz ki, işlenen herhangi bir suçu suçluya atıvermekle, kenara çekilmekle sorumluluktan kurtulamayacağımızı, aksi takdirde benzeri olaylarla karşılaşmamızın mukadder olduğunu göz ardı etmeden, herkes nerede yanlış yapıldığını sorgulamalı ve sorumluluğunun farkında olmalıdır.
Anne babalar olarak kendimizi sorgulamalıyız. Çocuklarımızı ne kadar eğitip Salih evlatlar olarak topluma sunabiliyoruz?
Eğitimciler olarak kendimizi sorgulamalıyız, bize emanet edilen yavrucakları ne kadar eğitip topluma kazandırabiliyoruz?
Din görevlileri olarak kendimizi sorgulamalıyız, ulaşabildiğimiz yahut ulaşmak zorunda olduğumuz insanlara dinin temel ilkelerini ne kadar verebiliyoruz?
Basın yayın kuruluşları olarak kendimizi sorgulamalıyız, hitap ettiğimiz kitlelere ne kadar yararlı olabiliyoruz?
Toplumun bütün etkili ve yetkili kişileri kendilerini sorgulamalıdırlar, nerede yanlış yapıldı, eksiklerimiz neler, neden böyle insanlar aramızda/içimizde yetişebiliyorlar?
Unutmayalım, Dicle kenarında kurdun kaptığı koyunun hesabını Medine’deki Ömer’den soracak olan İlahî Adalet, bize de çevremizde olan olayların hesabını soracaktır.