Bir insan veya devlet zayıf olmaya görsün… Neler gelmez ki başına... Hele ki kendisine olan güveni sarsılmışsa, başkalarından bir şeyler beklemeye başlamışsa…
Burkina Faso’da terör sıkıntıları var. Dünyanın az gelişmiş veya gelişmekte olan ve zalimlerin menfaat beklentisinin olduğu birçok ülkede olduğu gibi… Bu hassas durum nedeniyle şehirlerarası yollarda çok ciddi arama ve kimlik sorguları var. Belirli noktalarda halk, otobüslerden iner ve sıkı bir kimlik kontrolünden geçer. Buna kimsenin de itirazı yoktur. Hatta halk bunun kendi güvenlikleriyle alakalı olduğu için de bundan mutludur.
Ama uluslararası çalışma izni olan her türlü vakıf ve yardım kuruluşları bu aramadan muaftır. Kendi kurumlarından düzenlenecek bir görev belgesiyle istedikleri gibi seyahat edebilirler. Benim hep merak ettiğim bir konu vardı. Ülkemizin özellikle de doğu ve güney doğu bölgelerinde yabancı vakıf ve kuruluşların nasıl bu kadar rahat gidiyorlar? Meğer sistem böyle işliyormuş.
Eğer veren değil de alan konumundaysanız…
Başkalarından kendiniz için medet umuyorsanız…
Her gelen yardım teklifine kendinizi açmak zorunda hissediyorsanız…
Dışarıdan gelenleri ciddi olarak inceleme ve beğenmediklerinize kapıyı kapatmaya cesaret edemiyorsanız…
Bir yumurtayı almak için tavuğu hatta tavuk kümesini fedaya hazırsanız veya buna zorlanmışsanız…
İyi niyetle ve insani hassasiyetlerle yardım elini açanla sömürgecileri ayırt edememişseniz…
O durumda kendi halkınıza tanımadığınız özgürlüğü dışardan gelenlere tanımak zorunda kalırsınız. Sonra da sizden gelişme ve ilim beklenir. O zalimlerin istediğini yapınca eleştirilirsiniz. Yapmayınca da “hazır nimetleri kovmakla” suçlanırsınız. Hâsılı zor işler bunlar.
Ama bu topraklarda hayat mücadelesi devam ediyor. Bizim okul servisini bile beğenmeyen ve başarmamak için olmadık bahaneler üreten çocuklarımıza ne çok şeyi göstermek isterdim.
Sabahın erken saatinde bisikletle yola çıkan bazen birkaç saat yol alan kızlı erkekli öğrencileri görselerdi mesela… İmkân olsa da bir gün onlarla bu yolu gitmeyi deneselerdi… Hava kirliliği ve egzoz dumanlarından korunmak için ağızlarındaki maskeyle yol alsalardı...
Uzak köylerden bir diğerine ulaşmak için ormanların arasından bisikletle geçselerdi…
80-100 kişilik sınıflarda oksijeni bile zor bularak ders işleselerdi…
Yol kenarlarındaki toprağı otlardan yapılmış küçük el süpürgeleriyle iki büklüm süpüren ve bununla hayat kazanan kadınları görmek; içlerinde başka bir duygunun oluşmasına sebep olur muydu acaba?
Hâsılı şükretme hassasiyetinin kaybolma hastalığımızdan kurtulmak için işe yarar mıydı?
Görmesek de içinde yaşamasak da dünyanın başka yerlerinde öyle hayatlar var. Bizim sahip olup da burun kıvırdığımıza özlem duyan nice canlar var. Çeşmeden akan suyu hayal edemeyenler de var.
Ama her nimetin şükrü kendi cinsinden ödenir. Dil ile şükretmenin yetmeyeceğini unutmamak lazım.