İstanbul Kağıthane’de, Süleymancılara ait yurt binasının yıkılması üzerinden yapılmak istenen algı operasyonunu köşesine taşıyan Yeni Akit sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, Süleyman Hilmi Tunahan'ın torunu, AK Parti İstanbul Milletvekili Fatih Süleyman Denizolgun’un sözleri üzerinden değerlendirmelerde bulundu. İşte Karahasanoğlu'nun o yazısı:
“Yazsana, yazsana” dediler, işte yazdım!
İstanbul, Kağıthane’de, Süleyman Hilmi Tunahan’ın talebelerine ait bir yurt..
Kağıthane Belediyesi tarafından yıkıldı..
Sıradan bir yıkım değil.
Geceyarısı gelinmiş..
Binada kalanlara biber gazı sıkılmış..
Polis, namaz kılınan halılara botları ile basmış.
Yıkıntılar arasında, Kur’an-ı Kerim’lerin fotoğrafları çekilmiş..
Anlatım böyle devam ediyor..
Av. Ramazan Yavuz, büyük ihtimalle kendisi de bu talebelere gönüllü olarak hukuki destek veren birisi olmalı..
Onun anlatımı var..
“Geldiklerinde saat (gece) 3.30’du. Aceleleri ne acaba? Neden yangından mal kaçırır gibi geldiler? Benim üniversite talebelerimin hepsi yataklarında uyuyorlar. Biber gazı ve göz yaşartıcı gaz basarak uyandırdılar öğrencileri. Bu ülkenin geleceği öğrencilere bir gün süre vermediler. Yalvardık, bize bir gün süre verin, biz bu öğrencileri çıkartalım, eşyaları çıkartalım. Ama müsaade etmediler. Sabahı beklemeye bile izin vermediler. Bir hukukçu olarak en canımı acıtan nokta da ‘Sabahı bekleyelim de gidip yürütmeyi durdurma kararı alın’ cümlesiydi. Böyle bir cümle olabilir mi, bu nasıl bir hukuk devleti?”
Bu anlatım ile, konuya yaklaştığınızda, insanın içi cız ediyor..
“Nasıl olabilir, bir belediye, böyle bir uygulamaya nasıl imza atabilir” diye hayret ediyorsunuz..
Hatta, “28 Şubat sürecinde bile böyle bir uygulama ile karşılaşmamıştık” cümlelerini duyuyoruz..
Anlatılanları doğru kabul ettiğimizde, vicdan yaramız, daha da büyüyor.
Büyüyor ama..
Düşünüyorum..
Yıkımın anlatıldığı gibi olma ihtimalini, ne hukuk tecrübemle, ne gazetecilik tecrübemle, örtüştüremiyorum..
Ne demek, “Tebligat yaparsak, yürütmeyi durdurma kararı alırsınız..”
Ben soruları ardı ardına kendi kafamda sıralarken..
“Olabilir mi acaba, hiçbir tebligat yapılmadan, bir gecede yıkım kararı ve yıkıma gitmek, olabilir” mi diye, hem hukuki bilgimi, hem gazetecilik hafızamı zorlarken..
Okuyucularımız da, başka konularda yazdığımız yazıların altına yorumları yerleştiriyorlar:
“Kağıthane’deki Sadabad Yurdu’nu niye yazmıyorsunuz?”
Haydi bakalım, yazalım..
Benim araştırma yapmama gerek kalmadan..
Süleyman Hilmi Tunahan’ın torunu Fatih Süleyman Denizolgun, Kağıthane Belediyesi’ne gitmiş, konuyu dinlemiş..
Ve o cemaatin içinden birisi olarak..
Evet “AK Parti Milletvekili” sıfatı da var ama..
Halen o cemaatin içinden bir kişi olarak, yaşanılanları tane tane anlatmış.
Ben şahsen, “Bina risklidir, değildir” tartışmasına girmek istemiyorum..
Çünkü belediye bir rapor çıkartıyor..
Binanın hazine arazisi üzerine yapılmış olsa da, sahibi olan vakıf yetkilileri başka bir açıklama yapıyorlar..
Bu sebeple, “Bina risklidir, yıkılabilir” raporunu, bir kenara bırakıyorum..
Benim daha çok önemsediğim, “Bir gece ansızın gelinmesi.. Sabaha bırakmayıp, yürütmeyi durdurma kararı alınmasının engellenmesi.. Bu ortamda, namaz kılınan halılara çizme ile basılması.. Ve diğer isnatlar..”
Süleyman Hilmi Tunahan’ın torununun kaleminden, gerçekleri birlikte okuyalım:
“Yıkılan binanın ve lojmanın Çürük Raporu (13.02.2017 tarihli rapor) (2 ayrı rapor ekte olacak). Sonrasında cemaatimizin avukatları çürük raporlarına itiraz ediyor veya cemaatimizin bazı idarecilerinden gelen talimatlarla, tüm hukuki süreçleri uzatmak için zorla itiraz ettiriliyor.”
Anlıyoruz ki, binanın çürük mü sağlam mı olduğu tartışması, yeni bir konu değil..
2 buçuk yıllık bir geçmişi var..
İlk anda, “Gece geldiler.. Sabahı bile beklemediler” açıklaması, boş çıktı mı?
Çıktı..
Devam edelim, Süleyman Hilmi Tunahan’ın torununun açıklamasına:
“01.02.2018 tarihinde Kağıthane İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, kursumuza yazı göndererek, adli süreç sonuçlanıncaya kadar yurdumuzun boş tutulması, tahliye edilmesini emrediyor.”
Burdaki tarihe göre de, 1 buçuk yıl önce, Milli Eğitim Müdürlüğü ikazı yapmış. “Yurt boş tutulmalı, can güvenliği riske atılmamalı” demiş.
Bunu da bir kenara bırakalım..
Ama torun Denizolgun’un şu cümlelerini artık kimse bir kenara koyamaz:
“En çarpıcı bilgiyi paylaşayım; Süleymanlı cemaatimizin ve bazı idarecileri, bu binanın çürük olduklarını bildikleri için ve ne kadar uzatırsa uzatsınlar, eninde sonunda mahkeme kararıyla yıkılacağını çok iyi bildikleri için, yıkılan binanın yan parselinde YENİ BİR YURT inşa ediyorlar. Yeni yapı olarak yapıyorlar. Ve şu anda faal, orası da hazine arazisiydi, belediye, devlet diğer bina kesinkes yıkılacağı için, bu araziyi satın almanız için kolaylık sağlıyor ve yeni yurt binasının yapılması, açılması için her türlü kolaylığı sağlayıp, tüm izinleri veriyor.”
İşte bu noktada, artık ip kopuyor..
Yıkılan bina yerine, yanında bir yer alıyorsunuz..
Oraya binanızı yapıyorsunuz..
Öğrenciler orada kalıyor..
Ve siz..
Yıkılması şartı ile yaptığınız yeni bina hiç yokmuş gibi..
Belediye ile eski tarihte böyle bir uzlaşı içinde olmamışsınız gibi.
“Bir gece ansızın geldiler” diye, hem kendi cemaatinize, hem de tüm insanlara yalan söylüyorsunuz..
Torun Denizolgun, daha başka şeyler de söylüyor..
Yıkılan binada aslında öğrenci kalmadığını..
Yeni yapılan, hemen yanıbaşındaki binada öğrenci kaldığını..
Algı oluşturmak için, şu an bir sorunu olmayan binada kalan öğrencilerin, gece vakti, yıkılması gereken binaya getirilip, sanki orada kalıyorlarmış gibi gösterildiğini..
Ve daha neler neler..
Bu algıyı oluşturmak isteyenlerin, İyi Partililer tarafından desteklenmesi, hatta tahrik edilmesi..
Süleyman Hilmi Tunahan talebelerine ait Aladağ’daki bir kursta çıkan yangın üzerinden binlerce defa yalan haber yapıp, Süleymancı kardeşlerimizi ve onların üzerinden tüm dindarları suçlayan solcuların “Bak bak.. AK Parti öğrenci yurdu yıkıyor” diye, algı oluşturmaya çalışması..
Kimin, kimle iş tuttuğunu görmemiz açısından çok önemli bir tecrübeyi daha bize yaşattı..
Sadece iş tutmak değil..
Gerçekleri haykırmaktan aciz belediye yetkilileri..
Emniyet yetkilileri..
Sanki adları ile hitap ediliyor ve şahısları suçlanıyormuş da, “Size ne, suçlanan biziz” dercesine, hiçbir açıklama yapma ihtiyacı hissetmeyen resmi yetkililerin fütursuzlukları..
Onların o fütursuzlukları sonucunda, hem bu ülkenin, hem de dünya Müslümanlarının ümidi olan Tayyip Erdoğan’ın nasıl vicdansızca suçlandığını gördük..
Bir tecrübe daha yaşadık..
Allah, şer düşünenlere fırsat vermesin..
Amin..