İnsanın olduğu yerde sorunlar olacaktır. Bu Müslümanlar için de söz konusudur. Evet, müminler ancak kardeştirler, onların kardeşliği onlara özel ve özgündür. Ancak kardeşler arasında kimi zaman bir takım sorunlar olabilir. Cahiliye döneminde yıllarca süren Ficar ve Buas savaşlarından sonra İslamî dönemde Peygamberimizin mübarek elleriyle kardeş olarak inşa edilmiş sahabe neslinde de zaman zaman anlaşmazlıklar olmuştur. Daha peygamberimiz hayatta iken o kardeşler arasında tartışmalar, tatsız olaylar, birbirlerine hakarete varan kavgalar, küslükler olmuştur. İsim vermeden hatırlayalım:
Sözgelimi, bir defasında onlardan biri, kızdığı kardeşinin siyah tenli oluşunu gündeme getirerek, kara kadının oğlu diye ona hakaret etmişti…
Bir sefer dönüşü, bir su kuyusu başında su sırasında biri Muhacir, diğeri Ensar iki kardeş arasında anlaşmazlık çıkmış, sonunda iş münafıkların kışkırtmasıyla Ensâr-Muhacir kavgasına dönüşecek olmuştu…
Yine bir başka sefer dönüşü, münafıklar müminlerin annesine iftira atmaya teşebbüs etmişler ve bu iftira furyasına bazı Müslümanlar da alet olmuş, bu bazı Müslümanlar arasında kırgınlıklara sebep olmuştu… Birbirini burnunu kıranlar bile olmuştu…
Yine Peygamberimizin Medine’de bir semt ziyaretlerinde, onun katırına hakaret ederek dolaylı olarak Efendimize hakaret etmek isteyen başmünafık yüzünden Evs ve Hazreçli Müslümanlar birbirlerine girmişler, sözlü tartışma, sokak kavgasına dönmüştü…
Örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Dikkat edilirse bu ve benzeri olaylar yaşandığında Peygamberimiz hayattadır ve ashabının arasındadır.
İnsanın olduğu yerde şeytan olacak, müminler güçlendikçe aralarına münafıklar sızacak ve onları birbirlerine düşürmeye çalışacaklardır. Burada önemli olan Müslümanların akıllı olmalarıdır. Suçu şeytana, münafıklara, iç ve dış düşmanlara atıvermek müminleri sorumluluktan kurtarmaz. Ashab, peygamberimizin uyarılarıyla, Allah korkusu ve ahiret endişesiyle aralarındaki tatsızlıkları sonlandırmasını bilmişler, birbirlerini affetmişler ve sonuçta büyük mükâfatları hak etmişlerdir.
Onlar bizim örneklerimizdir, onların yaşadıklarında bizlerin alacağı çok şey vardır. Günümüzde de şu veya bu sebeple müminler arasında bir kısım tatsızlıklar olabilir, bu tatsızlıklar büyük boyutlara taşınmak istenebilir. Elbette iç ve dış düşmanlar her zaman iş başındadır. Sürekli vesvese veren, gönülleri fitleyen insan ve cin şeytanları pusuda beklemektedir. Onlara karşı müminler agâh olmalıdır. Hata yapanlar, hatalarını kabul edip özür dilemesini bilmelidirler. Zira hatada ısrar etmek, yanlışı savunmak erdemsizliktir ve büyük günahtır. Karşı taraf da kendisinden özür dileyip af dileyeni kucaklamasını bilmelidir. Kavganın sonlandırılmasında ilk adım atan büyük mükâfatlara kucak açmış olacaktır. Bu meyandaki hadisleri ve müjdeleri biz hep vaaz konusu olarak mı anlatacağız. Bunların gereğini yerine getirmeyi ne zaman akledeceğiz?
İki Müslüman birbiri ile karşılaşıp birisi diğerine selam verdiğinde Allah’a en çok sevimli olanı, arkadaşına daha çok güler yüz gösterendir. Birbirleri ile samimiyet içinde tokalaştıklarında ise, Allah, onların üzerine ilk elini uzatana 90, diğerinede 10 rahmet olmak üzere 100 rahmet indirir. (Hakim)
Unutmayalım ki kardeşlerimiz bizden kardeşlik bekliyor. Müminler, kavgacılıklarını kardeşlerine değil, düşmanlarına yöneltmek zorundadırlar. Zira Kur’ân bizden, müminlere karşı son derece hoşgörülü, merhametli olmamızı; inkârcılara karşı ise onurlu ve izzetli olmamızı istiyor. İns ve cin şeytanları ise, tersini istiyor. Şimdi karar vermeliyiz, Allah’ın emir ve isteklerini mi yerine getireceğiz, şeytanların arzularını mı?