Gaziantepli bir şeyhe bağlandı Kozandayken. Oradaki dergaha gidip gelirken, arada zikirlerde baba diye cezbeye gelirken, tarikatının takkesini takıp sakal bıraktı. Pintiydi. Her şeyi santim santim ölçer, bir kuruş para koklatmamaya çalışırdı ne ailesine ne de bir başkasına. Eli sıkı denilenlerin ötesinde eli sımsıkıydı. Hırs yapmıştı, tamah etmişçesine çalışıp çok para kazanacaktı. O elini sıktıkça işleri istediği gibi olmadı, ters döndü. Takke sarığı bir de şalvar takip etti. Esnafsın, kıyafet, müşteri vs. diye uyarıları dinlemedi, dünyadan vazgeçmişlik derecesinde boşverdi. İmanın rüknü gibi algıladı. Ne sakalından ne takkesinden ne de şalvarından vazgeçti. Şeyh, görünüş ve ibadetin devamını sağlasa da bunların içindeki öz aynı öz olarak kaldı. Aile içi problem yaşadı. Huysuz, uyumsuz biriydi. Öyle de devam etti.
Çok para vermemek için üflesen yıkılacak toprak evlerden birinde kaldı ailesi ile birlikte. Yeni açılan dönerci dükkanı tutacak, işler açılacak, kimseye muhtaç olmayacak, daha da iyi duruma geleceklerdi. Sabrettiler eşi ve çocukları: iki kız, bir erkek. Zor durumlarda birbirlerine dayanışma artarken artan kazanç ile eli sıkılaşmaya başladı tekrar. Dükkanın yerini alalım, iyi bir araba alalım derken eve, ailesine çocuklarına en temel, hani Kohlbergin yaşamak için gereken fiziksel ihtiyaçlarından daha fazlasını değil sunmak, koklatmadı. Arabasına, işyerine yatırım yaptı. Satılmayan bayat ekmek ve etleri eve alıp getirdi. Tasarruf ettiler. Tasarruf ettiler. Biraz rahata çıkacakken, kirada oldukları dükkan yeri satlığa çıktı. Borçlandılar yeniden, tasarruf günleri uzadı da uzadı. Onları şükürsüzlükle suçladı. Sakalını daha da uzattı. Sonunda, aile içi yaşanan huzursuzluklar karısını kanser etti. Karısı, evlendiği günden bu güne yaşadığı bütün sıkıntılara gık demedi, sabretti, derdini, acısını, öfkesini, umutlarını içine attı, attı. Sustu, sabretti, bekledi. Sonunda o hastalığın pençesine düştü. Tedavi sürecinde, psikolojik olarak kendini iyi hissettiği anlar olduğunda tedavisi iyi sonuç verdi. Kanseri yendi, hastalığı geçti derken, adamın pintiliği, huysuzluğu, uyumsuzluğu üzerinden yeniden çıkan huzursuzluk hastalığı yeniden nüksettirdi. Küçük oğlu zaten sekiz yaşından beri şeker hastasıydı ve insülin kullanıyordu.
Gel zaman git zaman, adam yıllardır hiç kesmediği sakallarını kesti. Takkeyi çıkardı. Şalvarını giymez oldu. Pantolona geçti. Kendine daha bir bakar oldu. Kimseler bu değişime ilk önce anlam veremedi. Mahalle camiinde nikah için mevlit okuttu. Kanser olan eşini, iki kızını, şeker hastası oğlunu bırakıp Suriyeli bir avrat almıştı. Değişimin sırrı buydu. Soran olsa, belki, evde oturuyorlar, faturalarını ödüyorum diyordur. Bakkaldan, sınırlı sayıda ve miktarda yiyecek almalarına izin vardı. Hatta liste istiyor, gerekli gördüğü şeyleri alıyor, diğerlerini çiziyordu. Evin en büyük kızı, çalışıp annesine bakmaya çalışıyor, onun küçüğü, üniversitede okuyor, dört beş ders zayıf, çok az gönderilen para ve kredi yurtlar kurumu kredisi ile. Küçük oğlan, yedinci sınıfta okulu terk etti, mahalle zibidileri ile geziyor. Parçalanmış bir aile dramı.
Kadın, boşanmak istiyor, boşanamıyor, kanser ilaçlarının tedavisi, devlet tarafından karşılanması için sigortaya muhtaç. Adam Suriyeli Avrat ile yaşıyor.
Her gün, gazetede, camide, sohbette ya da işe giderken geçtiğim suriye mahallesinden geçip giderken beni saran düşünce, çıkmaz, ikilemle yaşıyorum. Suriye meselesi üzerinden ensar, muhacir, kardeşlik, evini açmak, zor durumda yardımcı olmak gibi insani dini hasletler bir yanda, diğer yanda ise yukarıda bahsedilen örnekteki gibi aile facialarına yol açan durumlar, öte yanda ise İsmet Özel’in ifade ettiği “Türkiye’ye gelen Suriyeliler Suriyenin vatan hainidir” gibi meseleler. Suriye meselesinin böyle sosyal patlama noktaları hesap ediliyor mu?