Son bir haftamız, neredeyse tüm oturumlarımızı esir alacak bir biçimde Suriyelilere verilmesi gündeme gelen vatandaşlık konusuyla geçti. Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen ama detayları ve nasıllığı çokta açıklanmayan bir bilgi. Süreçle taşların yerine oturacağı ve detaylarının netleşeceği kesin. Zaten böylesi bir gelişmenin, toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılmadan ve ekserisinin onay verdiği bir ortak nokta bulunmadan gerçekleştirilmesi düşünülemez. Cumhurbaşkanı da muhtemelen bunu sağlamak için toplumun gündemine bu konuyu getirerek hem iktidarın hem de muhalefetin temsil ettikleri sosyolojiyle bunu tartışmasını istedi.
Yaşadığım muhit itibariyle en azından günün yarısını kırk bin civarında Suriyeli ile paylaşan birisiyim. Her gün yanlarından geçiyor, yaşam süreçlerine tanıklık ediyorum. Örften, kültürden ve hayata bakıştan kaynaklanan farklılıklarımız var. Bunu inkâr edemeyiz. Fakat ortak yönlerimizin, ayrıştığımız alanlardan daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Farklılıklarımızın, tahrik ve sabote edilebilirliği ayrı bir gerçek. Birlikte yaşam için her iki tarafın da çaba göstermesi gerek. Ama öncelikli olarak bu çabanın kaynaşmaya dönüşmesini sağlayacak olan, devletin güvenlikçi politikalar dışında da bir takım çalışmalar yapmasıdır.
Yakın çevrem bilir. Ben Suriye iç savaşının hiçbir lahzasının tarafı olmadım. Şehid Hasan El Benan’nın, işgalci ehli küfürle yapılan hariç olmak üzere “dâhilde savaş yoktur” düsturunu şiar edinmişim. O sebeple de cesetleri bile yakılıp iş makineleriyle çöpe atılan, binlerce çocuk, kadın ve gencini kaybettiği halde, içeride yıkıma sebep olmamak için silahlı bir direnişe kalkışmayan, dışarıdan gelip kendilerini provoke edeceklere de fırsat vermeyen Mısır ihvanının yöneticilerini ve yiğit erlerini saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. Onlar, vatanım vatanım diye gözyaşı döken, ama vatanının tek bir taşı, toprağı ve ağacı zarar görmesin diye bedenlerini feda eden asil insanlar. Bundan dolayı da çok yakın gelecekte kazanacaklarına ve Allahın izniyle zarar vermeden korudukları vatanlarının sevk ve idaresini ele alacaklarına inanıyorum. Buna, inşallah hem biz hem tarih şahitlik edecek.
Bugün odağında Suriyeliler olan her bir tartışmanın sebebi, son beş yıldır acımasız bir şekilde yaşadığımız Suriye iç savaşıdır. İç savaşın başladığı Mart 2012’den önce, ben ne yaşadığım ilde ne de gezip gördüğüm illerde Türkiye’de yaşamak üzere gelmiş bir Suriyeli aile görmedim. Varsa da muhtemelen çok az olduğu için tanıklık etmedim. Ama bugün sadece Türkiye’de üç milyon, Ürdün’de üç milyon, Lübnan’da bir buçuk milyon Suriyeli mülteci yaşıyor. Denizde kaybolanlar hariç, Akdeniz sahillerine vuran binlerce Suriyeli cesedi de ayrı bir dram. Bu dramın sebebi olanlar, çanak tutanlar, katkı sağlayanlar, bu dramdan ideoloji üretmeye çalışanlar, bahsi diğer olarak masamızın üzerinde duruyor. Onları, niyetleriyle birlikte hem tarih hem de kaydedici melekler kaydetti. Yaptıklarını unutsalar da unutmayan Allah, hesapta onlara hatırlatacak. Ama,tüm bunlardan sonra Türkiye’de yaşayan mülteci Suriyeliler konusunda iki ihtimal var.
Ya, 7 Haziran seçimleri öncesi Kılıçdaroğlu’nun, geri dönecekleri bir ülke kalmadığı halde “Suriyelileri geri göndereceğiz” vaadiyle paralele düşeceğiz. Ya da “yükü imkâna dönüştüren” bir projeye imza atacağız. Burada öncelikle ve özellikle devlete ve hükümete, ardından başta STK’lar olmak üzere Türkiye halkına büyük görevler düşüyor. Devletin, Suriyeli mülteciler içindeki patololojik kesimi iyi tanıyıp, onların, milyonlarca Suriyeliyi zan altında bırakacak bir güce ve organizasyona ulaşmasına mani olma mecburiyeti vardır. Kolluk güçleri ve adli mekanizmaların, artık vatandaşlık tartışmalarının yapıldığı şu günlerden sonra, toplumun genel düzen ve asayişine zarar verenlerle ilgili alacağı kararlar farklı olmak zorundadır. Ayrıca üç milyon Suriyeli üzerinden Suriye’de oluşturulan kaosun, Türkiye’ye ihraç edilmesi ihtimali içerideki hücrelerle birlikte düşünüldüğünde hiç de zor olmayacaktır.
Artık STK’ların da kendileriyle ilgilenilmesi ve yaşadıkları travmadan dolayı rehabilite edilmesi gereken üç milyon mülteci gerçeğini kabul etmesi gerekiyor. Görünen o ki, önümüzdeki çok uzun bir dönemde Suriyelilerin dönebileceği bir Suriye olmayacaktır. Bu, yaşanan tarihin bize dayattığı bir gerçekliktir.
Bu gerçekten hareketle, hep birlikte kaynaşma çabası içinde olmamız, hem bizim hem de onların geleceği açısından hayati önem arz etmektedir. Bu kaynaşmayı sabote eden Suriyeliler mi var? İşte onları da pişman edecek cezayı, hukuk içinde devlet vermelidir. Bu ceza geciktikçe, yeni ırkçı dalgalanmalar ile bu dalganın beslediği ideolojilerin toplumun genel kanaati haline gelme riski vardır. Gelin hep birlikte omuz omuza verelim ve bu yükü imkâna dönüştürelim.