Peygamberlerde bulunması kaçınılmaz olan sıfatlardan ikisi de sıdk ve tebliğdir. Yani onlar doğruyu konuşur ve Yüce Allah’tan aldıkları tüm her şeyi eksiksiz olarak ve anlaşılır bir biçimde insanlara ulaştırırlar. Peygamberler bu tebliğ vazifelerini tebyîn ve temsille en güzel şekilde yerine getirirler. Yani onlar kendilerine verilenleri, açık ve anlaşılır bir şekilde açıklarlar. Yine onlar insanlardan istedikleri şeyleri öncelikle kendileri yerine getirirler. Bunları yaparken de konuşurlar.
Durum böyleyken bugün bazılarının susan peygamber daha çok işlerine gelmektedir. Onlar peygamberimizin hadislerini bizi bağlamadığı, onun kendi görüşlerini yansıttığı gerekçesiyle yahut bize kadar sahih ve sağlam bir şekilde gelmediği bahanesiyle gündeme getirmekten hoşlanmazlar. Bu çevrelere göre Kur’ân bize yeter. Peygamber de bize Kur’ân’ı ulaştırmış, Kur’ân da değişmeden bize gelmiştir. Dolayısıyla Kur’ân ile yetinmek zorundayız. Hem sonra, Peygamberimizden bize gelenler sahih ve sağlam değil ki!
Şimdi bu düşünceye sahip olanlara şu soruları sormamız gerekiyor: Peki, Peygamberimiz zamanında yaşayan müminlere tek başına Kur’ân yeterli olmuş mudur? Yoksa sahabeye peygamberimiz, Kur’ân ayetlerini bildirdiği gibi, o ayetleri açıklamış, yeri geldikçe ayetlerde genel olarak geçen hususların sınırlarını belirlemiş, onları tanımlamış, Kur’ân’da yer almayan konularda da açıklamalar yapmış mıdır? Elbette ki yapmıştır. Evet, peygamberimiz, onlara Kur’ân ayetlerini okumuş, açıklamış, yeri geldikçe genel ifadelerin sınırlarını belirlemiş, teorik olarak emredilen hükümlerin pratiğini bizzat kendi yaşantısıyla göstermiştir. Kısaca sahabenin Müslümanlığını Kur’ân ve Sünnet birlikte şekillendirmiştir.
Sahabenin hayatından Sünnetin bu etkinliğini devre dışı bırakırsak kâmil bir Saadet Çağı çıkaramayız. Bu, asla Kur’ân’ın eksik ya da yetersiz olduğu anlamına gelmez. Zaten Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirleri İlahî kontrol altında ve Yüce Allah ile irtibatlı olarak gerçekleşmiştir. O’nu ilahî murada aykırı bir şey söylemesi, yapması yahut ona aykırı bir uygulamayı onaylaması asla mümkün olmamıştır. İnsanî olarak böyle bir şey gerçekleşmeden uyarılmış ve O hep vahiyle irtibatlı olarak konuşmuştur. O hevasından konuşmaz, onun konuşmaları ancak kendisine bildirilen vahiydir.(53/1-3) Peygamberimizin yirmi üç yıllık peygamberlik süresinde yaptığı konuşmalarını yalnızca Kur’ân ayetleriyle sınırlandıramayız. O takdirde onun peygamberlik süresi içerisinde Kur’ân ayetlerinden başka hiçbir şey söylememesi gerekir. Hâlbuki durum hiç de öyle değildir. O bu süre içerisinde hem Kur’ân okumuş, Kur’ân ayetleriyle konuşmuş; hem de aynı çizgide kendisi beyanlarda bulunmuştur.
Burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için şu soruyu da sormamız gerekir: Kaynaklarımızın bildirdiğine göre insanlığa yüz yirmi dört bin peygamber gelmiştir. Bunlardan çok az bir kısmına kitap verilmiştir. Yani çoğu peygambere, yeni bir kitap indirilmemiştir. Peki, kendilerine kitap verilmeyen peygamberler neyle tebliğ vazifelerini yerine getirmişler ve ne ile ümmetlerini irşad edip onları inşa etmişlerdir? Elbette onlar, kendilerinden önceki peygamberlerin kitaplarını takip etmişler ve yine kendi sünnetleriyle ümmetlerini irşad ve inşa etmişlerdir.
O halde doğru yoldan sapmamamız için, Hz. Peygamberin bize bıraktığı Kur’ân’ı okuyup anlayarak gereklerini yerine getirdiğimiz gibi; onun sahih Sünnetini de okuyup anlamak ve gereklerini yerine getirmek zorundayız. Onun bize bıraktığı Kur’ân’ı Rabbimizden geldiği gibi bize ulaşmasını sağlayan ekip, zihniyet nasıl titiz bir şekilde gayret etmişse; onun sünnetini de bize ulaştırmak isteyen gayret sahibi kimseler hiç eksik olmamıştır. Onu ezberleyerek, hayatında yaşayarak, yazarak ve karşılaştığı kimselere tebliğ ederek bu vazifeyi yerine getirmişlerdir. Bu yapılırken de Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu, Sünnetin ise Allah ile irtibatlı olan ve kendisine vahyedilen Peygamberin sözü olduğu belirtilmiştir.
Öyleyse Kutlu Doğum Haftasını idrak ederken Peygamberimizi konuşturmalıyız ki saadet çağı insanı gibi bir toplum inşa edelim. Bunun için de elbette öncelikle Kur’ân’ı okuyup anlamalıyız, yanısıra onun açılımı, yorumu, pratiği olan Sünneti okuyup anlamalıyız. Ne diyordu onun hadislerini toplayan Tirmizî, Kimin evinde benim bu kitabım okunursa, onun evinde konuşan bir peygamber vardır. O halde konuşturalım peygamberimizi ki o söylesin biz dinleyelim. O konuşsun ki, boş ve anlamsız sözler hayatımızı işgal etmesin. O konuşsun ki bizi, onun sünneti şekillendirsin. O konuşsun ki, bize Kur’ân yeter diyerek peygamberi susturup devre dışı bıraktıktan sonra Kur’ân’dan daha çok kendileri konuşanlara fırsat kalmasın.
Onun için Kur’ân peygamberimize karşı sorumluluklarımızı sıralarken yalnızca ona inanmamızı söylemez. O, pek çok ayetinde aynı zamanda o peygambere itaat etmemizi, ittiba etmemizi, onun hükümlerine içtenlikle teslim olmamızı, onu sevmemizi, ona salât ve selam etmemizi, ona muhalefet etmememizi, onun önüne geçmememizi, sesimizi onun sesinin üzerine yükseltmememizi, onu sıradanlaştırmamamızı da emreder.
Haftanız kutlu olsun. Ona sayısız salât ve selam olsun!