Eksiliyor birer birer dalından yaprak, ömürden yaş, gönülden muhatap.
Küresel ısınma, küresel soğuma derken küresel kayıplarda eklenmeli sanırım. Zira İnsanın insanla kurduğu ilişkiler bir farklılaştı. Evvelinde veryansın edilen iki yüzlülük günümüzdeki çok yüzlülük yada *affen* yüzsüzlük karşısında epey aranır oldu. İnsanlar birbiriyle muhabbet, samimiyet, arkadaşlık, dostluk kurarken çıkarları düşünerek hareket ediyor. Bu muhabbetten veya bu samimiyetten ‘şu çıkarım olur’ diye bir çıkarımla yola çıkılınca muhabbeti hasılı muhatabı düşürüyor ve tabi ilk düşüş evvela kendinden.
Bizler ‘BİZ’ olmanın farkına varabilmeliyiz. Yaşama gayemizin, davamızın, hedefimizin farkına varmalıyız. Neyi hedefliyoruz, hedefimiz ne? Neyin kavgasını yapıyoruz? Ulaşmak istediğimiz hedef nedir? Geldiğimiz nokta neresi? Bunlarların nihayetin de asıl gayemiz dünyayı kazanmak mı, yoksa ebedi huzura kavuşmak mı?
İnsan ne yaşadığı acıyı, ne yaşadığı kaybı nede kandırıldığını unutamıyor. Hep aklında kalıyor ‘şunu yaşadım’ ‘şunu kaybettim’ ‘bana bunu yaptı, şunu etti’ vs. Uzun yıllar ömür heybesine yük ediyor. Yıllar geçtikçe bile hatırında tutuyor. Hal böyle iken asıl vazifemizi nasıl çarçabuk unutuveriyoruz?! İlginç değil mi?
En ufak rüzgarla düşüyoruz yere. Sonra olanca gücümüzle rüzgara homurdanıyoruz. İyi de düşüren rüzgarsa düşmeye meyilli duran sensin. Kaldı ki düşmenin de hikmeti yok mu? Düşmeyi öğrendin, acısını tattın düşmemek için mukavemet göstermez misin? Ahh insanoğlu, ahh biz! Hep haklı olmalı, olamadığınızda sesi pek çıkıyor. Sesini yükseltince sanıyor ki sözünü yükseltti. Önce susmayı öğrenmeliyiz sanırım, önce susmayı, susamayı… Uzun bir yolculuk esnasında annesiyle konuşan bir kız çocuğunun bir cümlesine şahit olmuştum. Belli ki anneyi üzmüş ve annesi de kızmış olmalı ki ‘Sana yapma dedim yapıyorsun!’ diyen annesine yüzünü yerden toplamaya çalışırcasına mahcup bir ifade ile ‘anne bağırma, kalbimin sesini duyamıyorum’ deyivermişti. Sahi mahcup olduğumuzda, hüzünlü olduğumuzda kalbimizin sesini duyuyor muyuz? Yoksa duymamak için kapatıp kalbimizi öfkemizden destek mi alıyoruz?
Eksiliyor birer birer dalından yaprak, ömürden yaş, gönülden muhatap.
Her saniye, dk, gün, ay, yılla eksiliyoruz bizde. Zaman, doymak bilmeyen yuttukça yutan eleman… Eksilirken ömrümüz eksilmesin vasfımız, varlığımız, insanlığımız… Sesimiz düşsün de yükselsin sözümüz…
Tarafımıza yapılan hatayı, kusuru; yaşatılan acıyı, hüznü unutabilirsek ve unutmazsak asıl gayeyi, hedefi ve kaybetmezsek insan kalma mücadelemizi kazanacağız…
Unutmak zor ama hatırlamakta acı vermiyor mu? Yük olmuyor mu ruhumuza, gecemize, gündüzümüze?
Hayatımızın idamesi çıkarlarımızla değil samimiyetimizle mümkün. Bu bakımdan evvela samimiyet, sonra hassasiyet.
Yormadan sözü dua ile son verelim yazımıza;
Ya Rabbi samimi insanlardan kıl bizi, samimiyetsizlere samimiyeti öğretmeye vesile kıl bizi.
Vesselam.