Hakkari’de 9 askerin şehit olduğu saldırının ardından Cumhurbaşkanı Gül harekete geçti. Köşk’te toplanan Güvenlik Zirvesi’nde yaşanan terörle nasıl baş edileceği konuşulacak. Ardından muhalefet partilerinin liderleri bilgilendirilecek.
Gözler toplantıdan çıkacak karara odaklanırken gazeteci Taha Akyol’dan zirveye ilginç bir öneri geldi . Saldırıların son dönemlerde hep aynı bölgeden yapıldığı tespitinden hareket eden Akyol sınır değiştirilmesinin ciddi ciddi masaya yatırılmasını istedi. Akyol bununla ilgili daha önce Atatürk döneminde alınmış bir karara da gönderme yaptı.
İşte Akyol’un “Güvenlik Zirvesi’ne Öneriler” başlıklı yazısındaki o bölüm:
”Saldırılar son altı aydır İran-Irak sınırının beri tarafında, “şeytan üçgeni” denilen Şemdinli bölgesinde veya bu bölgeden giriş yapan terörist gruplarca yapılıyor.
Afganistan dağları gibi, kontrolü fevkalade zor bir arazi.
Karakol sistemi, istihbarat falan gibi teknik konular uzmanlara ait.
Ben ‘siyasi’ bir öneride bulunmak istiyorum: Sınırda değişiklik yapmak!
İsmet Paşa, Lozan’da verdiğimiz toprak tavizlerini sert dille eleştirenlere, Meclis’te bir ilkeden bahsetmişti:
“Şu kadar geniş, bu kadar geniş fakat emniyetli bir vatan...”
Atatürk de 1932’de İran’la anlaşıp toprak değiş tokuşu yaparak sınır çizgisini değiştirmişti; yine güvenlik için.
Uzmanların hazırlayacağı çizimler üzerinden, konuyu İran ve Irak’la görüşmek gerekir diye düşünüyorum”
Akyol'un yazısının tamamı ise şöyle:
Yunus Emre’nin deyimiyle “gök ekini biçer” gibi gencecik yaşta toprağa düşen şehitlerimizi rahmetle anıyorum; annelerin yüreğindeki yangın sönmeyecek, bütün bir hayat boyunca gözyaşı dökecekler.
Acıların en dayanılmazı evlat acısı...
Otuz yılda böyle 40 bin yüreğe ateş düştü. Bu rakama PKK’lıların anneleri de dahil.
Dahası, araya kan giriyor, Türkiye zıt duygulara bölünüyor.
Düşünebiliyor musunuz, Sevgili Rojin, Mardin’de protesto ediliyor; “TRT-6’de program yaptığı” için!
PKK’nın partileri 1.5 milyon oy alıyor; arkadan “taş atan çocuklar” nesli geliyor!
Binlerce can daha yansa Öcalan’ın o hastalıklı “ego”su için ne yazar?!
Bir otuz yıl daha böyle gidebilir miyiz?
Hayır, Yugoslavya’dan daha kötü oluruz.
Sınırı değiştirmek
Bugün Cumhurbaşkanı Gül, güvenlik zirvesi topluyor. Ben birkaç öneri sunmak istiyorum.
Saldırılar son altı aydır İran-Irak sınırının beri tarafında, “şeytan üçgeni” denilen Şemdinli bölgesinde veya bu bölgeden giriş yapan terörist gruplarca yapılıyor.
Afganistan dağları gibi, kontrolü fevkalade zor bir arazi.
Karakol sistemi, istihbarat falan gibi teknik konular uzmanlara ait.
Ben ‘siyasi’ bir öneride bulunmak istiyorum: Sınırda değişiklik yapmak!
İsmet Paşa, Lozan’da verdiğimiz toprak tavizlerini sert dille eleştirenlere, Meclis’te bir ilkeden bahsetmişti:
“Şu kadar geniş, bu kadar geniş fakat emniyetli bir vatan...”
Atatürk de 1932’de İran’la anlaşıp toprak değiş tokuşu yaparak sınır çizgisini değiştirmişti; yine güvenlik için.
Uzmanların hazırlayacağı çizimler üzerinden, konuyu İran ve Irak’la görüşmek gerekir diye düşünüyorum,
Sistemi genişletmek
Atatürk Ocak 1923’te şunları söylüyor:
“Türkiye halkı söz konusu olurken Kürtleri de beraber ifade lazımdır, ifade olunmadıkları zaman kendilerine ait mesele çıkarmaları daima varittir...”
Milli Mücadele de böyle kazanılmıştı.
Sonra, Kürtleri siyaseten yok saymayı seksen yıl süreyle denedik; o zamanki dünya da buna elverişliydi.
Fakat yok sayılma Kürt milleyetçiliğini tahrik etti, sonuç ortada... Üstelik etnik kimliği hak sayan bir dünyada yaşıyoruz artık.
PKK’nın dayandığı geniş nüfus kitlesini üniter devlet ilkesi içinde ‘sistem’e entegre etmek için, sistemin onları içerecek şekilde genişletilmesi artık zaruridir.
Hem güvenlik hem toplumsal verileri esas alan, ciddi, kapsamlı bir “devlet projesi” olmalıdır.
Diyalog dili
Bu işi siyasi planda AK Parti retoriğiyle götürmeye kalktığınızda, başka konularda AKP’ye karşı olanlar projeye karşı çıkar; projenin ihtiyaç duyduğu siyasi zemin sağlanamaz. ‘Açılım’ tecrübesi bunu göstermiş, bunu öğretmiş olmalıdır.
Başka konularda ateşli, heyecanlı, öfkeli kavgalara tutuşmuş olmak, Türkiye’nin bu tek hayati sorununda olması gereken genel mutabakatı, hatta partiler ve sosyal kesimler arasında olması gereken diyalogu bile fevkalade zorlaştırıyor.
Başka konularda paramparça olmuş bir siyasi sitem, bu konuda “ortak akıl” üretemiyor işte!
Ülke genelinde çatışma yerine diyalog iklimini oluşturmada baş sorumluluk, Başbakan’a aittir.
En azından Kılıçdaroğlu bu konuda diyaloga açık görünüyor, iktidar bunu samimiyetle denemelidir.
Dış politikada da yeni balans ayarları gerektiği de açıktır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın dikkatine ve tarihi sorumluluğuna sunuyorum.