İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı kısaca CRR diye anılan Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda önümüzdeki günlerde yapılacak etkinlikleri bildiren bir duyuru yayımlandı bazı gazetelerde.
Bu duyuru, İstanbul’un bugün de resmen ve siyasal olarak değilse de, fiilen ve kültürel düzlemde bir başkent ağırlığına ve zenginliğine sahip olduğunu düşündürdü bana.
Sekiz konserden üçünü yabancı topluluk ve sanatçılar, beşini de yerli topluluk ve sanatçılar icra edecekmiş. Fazıl Say, piyano resitalinde kendi eserinin yanı sıra Avrupalı bestecilerin eserlerini de seslendireceğinden onun konserini de yabancı sayabilir; böylece dört yerli, dört yabancı etkinlik, diyebiliriz.
Cinuçen Tanrıkorur’u anma konseri, İstanbul Oda Orkestrası’nın icra edeceği “Minyatürler”; Erkan Oğur, Turgut Alp ve İlkin Deniz üçlüsünün etkinliği Telvin ve Şeyh Galip şiirlerinden bestelenmiş şarkıların sunulacağı Âh-ı Gâlib, Osmanlı-İslâm geleneğinin sadece müzik alanında değil, neredeyse bütün alanlarda varlığını sürdürmekte olduğunu gösteriyor.
Arapça “levn” kökünden türemiş olan “telvin” kelimesi, sözlükte “renk verme, renklendirme” anlamına gelmekle birlikte bir tasavvuf terimi olarak daha zengin bir içerik taşımaktadır.
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’ne (İstanbul, 1996, s. 522) telvin’i temkîn ile beraber almış ve şu bilgileri vermiş: a) Telvîn: Taleb ve istikamet yolunu araştırma makamı (Ta’rîfat). Temkîn: istikamet üzere karar kılma ve iyice yerleşme makamı. b) Kul yolda olduğu sürece, bir hâlden diğreirne geçtiğinden telvîn ehlidir. Hakk’a erince temkîn ehli olur (Kuşeyrî, 41. İbn Arabî). c) Aşağı bir hâl sebebiyle yüce bir hâl ve makamın kapalı kalması (Kâşânî.)
Hak bir gönül verdi bana, hâ demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdî olur, bir dem gelir giryân olur
Bir dem cehâlette kalır, hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem dalar hikmetlere Calinos u Lokman olur
(Yunus)
d) Allah’ın boyasına boyanma (Bakara, 2 / 138)
Sözünü ettiğim duyuruda Şeyh Gâlib’in bir mısraına yer verilmiş ve o mısra şöyle yazılmış:
“Nây-ı Kudüm ile gelir âh, âh”.
Bu yazışa göre “nây-ı kudüm” bir isim tamlaması olmakta ve “kudümün nâyı” diye bir anlam ortaya çıkmaktadır. Oysa böyle bir şey söz konusu değildir. Söz konusu olan “nây” ve “kudüm”dür. Şeyh Galib bu mısraı herhâlde “Nây ü kudüm ile gelir âh, âh” şeklinde yazmıştır.
Suavi Kemal Yazgıç, Dergibi’de bu dizenin bulunduğu beyti şöyle yazmış:
"Sur mu matem mi bilinmez yakın
Nay-u kudüm ile gelir ah ah"
(Aşk neyle kudümle gelir, düğün müdür matem midir bilinmez; ah, ah….) Bu yazışta da kısa çizgi (-) kullanılmış ve yine tamlama olduğu izlenimi uyandırılmış. Oysa, tamlama olmadığı için o çizgiye hiç gerek yok.
Bağlaç olan ve yerine göre “ve, vü, ü, u” şeklinde okunması gereken “vav”ın görmezden gelindiği ve yerini yanlış olarak isim tamlamasına bıraktığı başka örnekler de görüyoruz. Meselâ “lâf u güzaf” (gereksiz söz ve boş lâkırdı), “cân u gönülden” (veya ez-dil ü cân), “hay u huy” gibi bağlama öbeklerini tamlama şeklinde ve elbette yanlış yazanlara sıkça rastlanıyor.