Uzaktan görürüm hep onu… Bir eli cebinde arkası dönük durur bana, ben sazlıkların arasından ve yukardan bakarım ona, bir tepeden, o da benim orada olduğumu bilir ancak o denize doğru bakar belki de bir göl . Hiç ufka bakmadım şimdiye dek ona yoğunlaşmaktan. O yüzden emin değilim deniz mi göl mü olduğundan. Ne ben ne de o yaklaşmayız birbirimize. Ben ona bakarım ulaşmak isterim hareket edemem. O da dönüp gel demez. Öylece kalırız ikimiz de.
Uzaktan küçük mü büyük mü kestiremem. Çocuk olduğunu varsayarım. Küskün gibi gelir bana. Umarsız. Küçük gibi ama büyük de. O benim için ne düşünür hiç bilemedim bugüne dek. Kızgın veya kırgın olduğunu hissederim bir de güvenmediğini ve inanmadığını. Konuşmak istedim, konuşmaya çalıştım, kendimce ulaşma yolları aradım. Oysa o hiç.
Onunla bütünleşmek gerektiğini bildiğimden hiç vazgeçmeden, yaptığım her şeyi onun adına da yapardım. Ve bunların onun için önemli olup olmadığını bilmeden yapardım. Dokunulmaya ihtiyacı olduğunu hissederdim hep uzaktan ama ben dokunamazdım. Yaklaşamazdım ki dokunayım. İsterdim ancak hem de çok. Dua etmeye başladım bir gün. Ve devam ettim.
Bir sesle irkildim bir gün sazlıkta. Hışırtısını duydum gelişinin. Hışırtı yaklaşırken hem tanıdıktı hem değildi gelen. Yüzü hem bildikti hem de yeni. Hem tanıştı hem de unuttuğum biri gibi. Ama sıcaktı. İçtendi. Bendendi. Dosttu. Uzakta denizin kenarındakine o da baktı. İkinizi de biliyorum dedi. Gelişim hem sana hem ona. O uzakta denizin kenarından bu yeni gelenin gelişini duydu mu bilmiyorum. Uzaktaydı. Duysa da önemsemezdi zaten. Hiçbir şeyi önemsemiyordu. Hiçbir şey umurunda değildi.
Duaydı getiren geleni, içten samimi yakarışlar. Başımı çevirdiğimde yanıma oturmuştu bile. Ve bana dokundu. Omzuma koydu elini önce. Ben de dokundum ve dokunmayı önce öğrenmem gerektiğini ilk o gün öğrendim. Henüz kim olduğunu sormadan o konuştu önce:
Sevgisizlik, ümitsizliğe ve sonra yoksunluğa hatta yoksulluklara kadar götürebiliyor… Öyle bir silsile içinde insan o girdaba giriyor ki, neresinden tutsa bir ucunu o daha derine çekmeye uğraşıyor. Dönem, dönem bu girdaplar içine çekilme hissini yaşadık çoğumuz. Ancak sadece belli bir dönem yaşayıp geçmenin, silkelenip kendimize gelmenin ve daim şükretmenin bilinci bizi uyanık tutmaya yönelttiği gibi; üretmeye ve belki o girdap içinde olanlara el uzatmamıza da sebep verdi. İşte o zaman bu silsile tersine bir akış izledi…
-Nasıl? Diye sordum. O konuşmadı sonra, sadece dokundu yine. Yine ben sordum.
-Bu bir yardım mı? O yüzden mi buradasın?
-Sen çağırdın.
-Ben mi?
Başını salladı evet anlamında,
-Önce kulaklar fonksiyonel olmalı. Önce kulak dedi ardından tekrar. Gülümsedim. Ve elimle kulaklarıma dokundum. Bu onayladığımı da gösteriyordu bir bakıma.
-Nasıl diye sormuştun. Nasıl mı? Bir hayalden yola çıkalım istersen…Bu hayal;
“Öyle bir şey yap ki birinin hayatı değişsin” olsun! Özellikle bu birisi tanımadığımız ama o anda ihtiyacı olan birisi olsun.
O anda dünyası kararmış, koşulların çaresizliği içinde daralmış, kimsenin onu gördüğünü düşünmediği bir anda orada olmaktan öte, yanı başında onun için orada olmak bu
“Seni tanımıyorum ama buradayım. Açsın belki. Gözlerin ışıksız. Kırgınsın belki kızgın, öfkeli, umutsuz, hareketsiz, çaresiz, yorgun, kayıp, kararsız, Üstün başın ??? …”
Başımı kaldırdım. Gözlerime inanamadım. O ilk kez geriye doğru dönüp bize baktı. İlk kez. Deniz sağındaydı. Başını sola doğru çevirdi. Sol kulağı bize doğru yaklaştı. Her şey yaklaştı o anda. Her şey kulak oldu.
Eli bana dokunduğu anda sanki her şeye dokundu. Onun ağzı kımıldadı sadece:
Tanrı dedi.
Tanrı kulaklara susun buyurdu.
www.pozitifdegisim.com