Tanrılaşmak yerine Tanrı’ya ulaşmak!

M. Faik Özdengül

İnsanın yücelmesi ve olgunlaşması adına, ruhen büyüme ve gelişmesi yıllardır çok çeşitli yöntemlerle yapıla gelmiş. İlk çağlardan bugüne çok fazla yöntem var elimizde. İnsanlar bu görünen bedenin dışında başka bir can taşıdıklarını hep bilmişler. Bunun gizemli olduğunu da. Peşine düşmüş ve anlamaya çalışmışlar. Her toplumda bir takım gizemli güçlere sahip olduğu iddia edilen insanlardan dinlemeye ve öğrenmeye çalışmışlar.

Modernizmle birlikte insanı makine gibi gören anlayış değişiyor artık. Şimdilerde insana bütün olarak bakma, bütüncül yaklaşımlar yeniden gözde. Zaten psikosomatik hastalıkların oransal büyüklüğü insanı parçalara ayıramayacağımızı iyice göz önüne getirdi.

Psikoterapi de bu yüzyılın başından beri özellikle ikinci dünya savaşından sonra pozitif bir disiplin olarak yerini aldı bile. Ancak o da kendi gelişimi içinde sekülerleşti. Belki de öyle başladı zaten. Bugün genel geçer kuramlara baktığımızda çoğunun Tanrı’yı ve kutsalı devre dışı bıraktığını görüyoruz. İnsanı Tanrılaştırmaya çalıştıklarını müşahede ediyoruz. Oysa bizim kadim kültürümüzde insanı Tanrılaştırmanın insanın gelişip olgunlaşmasının en büyük engeli görüldüğünü biliyoruz. Çalışmalarımızda psikoterapötik disiplinlerden elbette yararlanıyoruz. Ancak bu kendimizce konuya farklı alanlardan bakmamızı da engellemez.

Şu an gurup terapisi anlamında, iki tane gurup takip ediyorum. Birisinde bilinen modern terapi yöntemleri ile çalışırken diğerinde Mesnevi üzerine bina ettik terapiyi. Yine benzer argümanlar kullanmakla beraber Mesnevi ve onun sistematiği üzerine kurduk terapiyi. Bir anlamda Mesnevi okuması gibi de denilebilir.

Gurupların gelişmesini takip ediyorum. Bizim adına Aşkın Terapi de dediğimiz Mesnevi sistematiğiyle devam ettiğimiz gurubun diğerine oranla daha çok gelişme katettiğini görebiliyorum. Neden diye düşündüm.

Öncelikle kendi kültürel kodlarımıza daha uygun. Yabancı gelmiyor guruba.

Sonra kendi içinde bir sistematiği var.

Bizzat uygulayıcıları ve denenmişliği var.

Diğerinden fazlası var o da Allah ve O’nun takdiri faktörü. Bu tıkanmışlığı engelliyor.

İnsanı Tanrılaştırmak yerine asıl Tanrı’yla arasında güçlü bir bağ oluşturup kargaşayı önlüyor. Standart getiriyor.

Dua ve niyazı ilave ediyor.

Çalışma sonunda ruhen yıkanmışlık ve temizlenmişlik hissi veriyor.

Temel varoluşsal kaygıları gideren güçlü ve sağlam bir ip öneriyor.

Yalnızlık duygusundan çekip çıkarıyor.

Ve daha bir çok faktör ama asıl ve en önemlisi asıl Şifa Verici’nin varlığını hissedip durmanız.

Özellikle Osmanlı Kültüründe 3 kitap çok okunurmuş Şeyh Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı, Hafız’ı Şirazi’nin Divan’ı ve Hz Mevlana’nın Mesnevi’si. Kur’an ve Hadis’i zaten söylemeye gerek yok.

Bu kültür örmüş toplumu yıllarca. Bir arada tutmuş. İnsanlar birbirini çok kolayca anlamış. Bugün problem olarak görüne bir çok şey zaten bahsedilen kültür gereği daha ortaya bile çıkamadan hallolmuş. Ölüm başka görünüyormuş gözlere. Mal mülk, saltanat, dünya başka bilinirmiş bugünkü anlamlarına bakılınca. Dünya tek değilmiş bir de öbürü varmış o zaman. Burada yaşayamayan istediklerini zaten orda yaşarım diye kanaat edermiş. Burada sahip olan emanetçiyim diye daha çok dağıtırmış. Kibir ve büyüklenme ayıplanır, gösterişten kaçınılırmış. Dışarıdan bakılınca zengin fakir giyim kuşama ve yaşama göre anlaşılmazmış. Rahmet, bereket, ahlak, takva, izzet…kavramlar bugünkülerden başkaymış.

Sonuç olarak diyorum ki: yıllarca denenmiş ve işe yaramış kadim kültürün yöntemlerini kullanalım psikoterapide de diğer alanlarda da. Roma’yı yeniden keşfetmek yerine. İşe yarıyor. Hem de diğerinden daha çok.

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.