Uzun uzun düşünüyordu…
Sanırsınız, dünya durmuş “O” gidiyordu.
Elinde kalem, dilinde sukut,
Gözleri anılarda…
Hüzünler, mutluluklar, kirlenmemiş umutlar.
Tabii bir de içli acılar.
Zaman ne de çabuk geçmişti.
Zaman,ne de çok geciktirmişti,tebessümlerini..
Öylece uzaklara bakıyordu, önündeki kitapla.
Ne kadar geçmişe gittiğinin kendisi de farkında değilken;
İrkildi, camına vuran rüzgârla.
Başını doğrulttu ve hüzünle ekledi;
“-Eyvah..!” dedi.
“-Sanırım, rüzgârın esintisi unutturmaya yetmeyecek, hatıraları.
Yetmeyecek, geçen yılların izini silmeye.
Durgun durgun bakan gözlerimin, gülmesi gecikecek.
Kış hazır içimde lakin sanırım ilkbahar biraz nazlı geçecek.
Yaz ise fazla hırslı, yakıp yağmalayacak.”
Zaman’ın bile dinlenmesi gerektiğine inanıyorum.
Öyle ya, onca insan, ona doğru koşuyor.
Yükü ağır.
Bir müddet durdu, durulmuş olmalı ki;
“-Ben, ne yaptım?” dedi.
Anlamış mıydı?
Yoksa anlamaya biraz daha mı yaklaşmıştı?
Sızılar hemen dinmezdi bu doğru,
Bununla birlikte beklemek ateşten daha yakıcıydı.
Ayrılığı bağrından vurmalıydı,
Bağrı yanmalıydı.
Yaktı da yanmadı.
Fani olduğunu unutan insan neyin peşinde?
‘Unutmanın mı?
Yoksa gereksiz yere umutlanmanın mı?’
İç geçirdi.
İçten bir şey geçirdiği kesindi.
“-Tövbe” dedi.
Yüzünü, su’yun şefkatine uzattı.
“BismilAllah” diyerek abdeste niyet aldı.
Abdestini de aldı;
Yüreğindeki kanı, ellerini semaya kaldırarak sildi.
Bir “Tövbe” renklerin yerini değiştirdi.
Umutları değiştirdi.
Küreğin, denize bıraktığı izi,
İnsanın kalbe bıraktığı lekeyi sildi.
Bir tövbe, nelere denkti? İnsan, bilemedi. Hiç bilemedi. Ah! İnsan Bilseydi. Bilsin.
Eyvah..!
İnsanın kendini bildiği gibi kim bilir ki?
İnsanın, insanlığını bildiği gibi kim bilir?
İnsanı, Rabbimin bildiği gibi kim bilir?
İyi ki bilen yok…
İyi ki Rabbim bilir.
Bildirme bize, bilmediklerimizi.
Biz iyi bilelim herkesi…
Unutmadan;
Unut’a’madıklarımız ders aldırmalı;
Umutlarımız yol buldurmalı/yol olmalı…
Bizi,bizlere teslim etme Ya Rab..
Biz ki;
FANİYİZ.
FANİ DÜŞÜNCELERDEYİZ…
Düşlerimizle düşürme bizi.
Amin.