Toz toprak

yazar-35

Balkonda oturuyorum. Hava rüzgârlı biraz. Ağustos yaz ayı, ama güze bitişik. Gerçi “Yaz, güz, kış anlamlarını koruyorlar mı hâlâ?” diyebilirsiniz. Anlam? Galiba, her şeyden vazgeçsek de ondan, yani anlamdan vazgeç-e-meyeceğiz? Belki ondan da vazgeçe-bili-riz.

Akşam ne olmuştu? Hoşuna giden bir karikatür göstermişti kızım. Ben de bakmış ve ona ilişkin bir yorum yapmıştım. Yorumumu gereksiz bulmuştu kızım. Herhangi bir anlam, bir mesaj aramadan, bulmadan, sadece durumun komikliğine bakarak gülmek yetmez mi, hattâ böylesi daha iyi olmaz mı, gibisinden bir şeyler söylemişti. Evet, belki böylesi daha iyi, daha rahat, daha kolay, daha az yorucu olur. Mu?

Aslında başka bir konudan söz etmek niyetiyle oturdum ben masaya ve önce başlığı yazdım: “Toz toprak.”

Çünkü balkonda otururken henüz arsa durumunda olan boşluklardan rüzgârın kaldırdığı tozun toprağın savruluşunu görmüştüm. Ona bakarken, evin çevresinin ağaçlarla, çimenle, çiçeklerle kaplı olduğunu da görmüş ve oralardan toz toprak kalkmadığına, çünkü bitkilerin toprağı tuttuğuna dikkat etmiştim. Uzakta savrulan tozu toprağı, rüzgârın ancak bitkisiz yerlerden kaldırdığını düşünmüştüm. Tozdan topraktan bütünüyle kurtulmak için bütün toprakların tamamen yeşertilmesi gerektiğini düşünmüştüm.

Böyle bir şeyin gerçekleşmesi için bütün şehrin, herhangi bir boşluk kalmayacak biçimde donatılmış olması, ev, işyeri, okul, park, hastane, pastane, kitaplık… yerini bulmuş ve oraya yerleşmiş olması lâzımdı. Şehrimizde veya Türkiye’nin herhangi bir yerinde böyle bir oturmuşluğun bulunup bulunmadığını kendi kendime sormuş ve böyle bir şeyin neredeyse imkânsız olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım.

Ekonomik, toplumsal ve özellikle teknolojik gelişmeler; değişmeyi, değiştirmeyi, yenilemeyi sanki kaçınılmaz kılıyor ve sık sık, hemen her yerde eskiden var olan düzen, bir şekilde bozuluyor; yollar kazılıyor, direkler dikiliyor, borular döşeniyor; bir süre sonra direkler sökülüyor, yollar yeniden kazılıyor, yeni borular döşeniyor; bazen bir borunun patladığı görülüyor, onarım için yeni bir kazma faaliyetine başlanıyor, bazen şebekenin tümüyle yenilenmesi gerekiyor, vs.

Birçok yerde, birçok yapı, ömrünü tamamlamadan, daha çok katlı binalar yapılabilsin diye yıkılıyor, vb. Bazı insanlar için “Gözünü toprak doyursun!” demek gerekiyor.
Bütün bunlar da ülkeyi neredeyse sürekli şantiyeye çeviriyor. “Şu şehir, şu belde, şu mahalle, hattâ şu sokak, çağdaş teknolojinin ve imkânların bütün gerekleriyle, en verimli, en uygun, en estetik şekilde donatılmıştır; artık burada herhangi bir “yıkım”a, “yenileme”ye ihtiyaç duyulmayacaktır” diyebileceğimiz bir “örnek” oluşturabilecek miyiz?

Böyle örneklerimiz olursa, rüzgârlar havaya savuracak toz toprak bulamaz sanırım. Böyle bir istikrarı, güveni, yerleşmişliği sağladığımızda, karşımıza çıkabilecek en önemli tehlike “yeryüzü cenneti” olabilir. Bu da insanları dünyanın “geçici” olduğu gerçeğinden uzaklaştırabilecek, ciddî bir tehlikedir. Öyleyse, “Yaşasın toz toprak!” mı demeli?

İşte buna benzer şeyler düşünmüştüm balkonda otururken. Bir de Safahat okurken karşılaştığım “gubar”ı, anlamını yeni öğrendiğim “gabra”yı düşünmüştüm.
Düşündüklerimin hepsini yazmış olmadım tabii. Dilim dilimin bugünkü dilim-ler-i böyle kesilmiş oldu. Âfiyet olsun!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.