Sabah, öğlen, akşam takım ve Aykut Kocaman burada yemek yiyormuş. Kocaman beslenmesine ve sağlığına pek düşkün. Aşçıbaşı, "Aykut Hoca en çok közlenmiş biber, yoğurtlu semizotu, tere, maydanoz, balık sever" diyor. Bu arada mutfağa şerbetli tatlı da girmiyor. Sütlaç ve keşkül gibi sütlü tatlılar oluyormuş. Yabancı futbolcuların favorisi ise spaghetti, tortellini gibi İtalyan usulü soslu makarnalarıymış. Tesisi gezmeye devam ediyoruz. Yeşillikler içinde, sessiz, huzur veren bir tesis. Sonunda Aykut Kocaman'ın odasına geliyoruz. Aykut Hoca bizimle bir çay içmeyi kabul ediyor. Antrenmana çok az vakit varken odasındaki koltuklara geçiyoruz. Aykut Hoca röportaj verme konusunda çekimser. Oldukça kibar bir dille neden vermek istemediğini açıklıyor. Hak veriyoruz ama Konya'ya kadar gelmişken Kocaman'la başarısını konuşmak istiyor insan. O da bizi kırmıyor ve kayıt cihazını açıyoruz.
-Konya'daki yaşantınızı anlatsanız. Burada nasıl vakit geçiriyorsunuz?
-Konya'nın etli ekmeğini, tarihini, mekanlarını anlatırsam yanlış olur. Hayatım tesislerde geçiyor. (Gerçekten de sonrasında şehirde gezinirken neredeyse tüm işletmelere "Aykut Hoca buraya gelir mi?" diye soruyorum. Hepsinden aldığım yanıt aynı: "Hoca tesisin dışına pek çıkmaz.")
Peki, ama gün içinde neler yapıyorsunuz? Sadece futbol konuşup, futbol mu tartışıyorsunuz?
-Günün büyük kısmı futbolla geçiyor. 12.00-12.30'a kadarki süre spor yapmakla ve benzeri şeylerle geçiyor. Onun dışındaki zamanda ise antrenman ve haftaya dair çalışmalarla geçiyor. Yani kendime ayırdığım süreç 12.00'ye kadar. O sırada bir şeyler okuyorum, günlük olan olayları değerlendiriyorum. Dışarıdan bakıldığında güzel gibi gözüken aslında kendi içinde son derece monoton ve sıkıcı bir hayat anlayacağınız.
Aşçıbaşı beslenmenize çok dikkat ettiğinizi anlattı.
-Dikkat etmeye çalışıyorum. Hayat içinde edindiğim bilgileri, arkadaşlarımın tavsiyelerini uyguluyorum.
Şimdi tüm hayatınız maç seyrederek ve futbol konuşarak geçiyor. Oysa Fenerbahçe'den ayrıldığınız dönemde inzivaya çekilmiş ve Bodrum'da futboldan uzak bir hayat yaşamıştınız. Türkiye'de teknik direktörlerde pek rastlamadığımız bir şey bu. O dönem bu geri çekilme gerekli miydi?
- Hayatımdaki tek dönem diyebilirim. Çünkü çok yoğun ve baskılı bir dönemden çıkmıştım. Zaten ayrılmamın temel gerekçelerinden biri de yorgunluktu. Özellikle de zihinsel yorgunluk. Biraz tedavi, rehabilite olmak için iki ay kadar belki tek tük maç izlemişimdir. Boş bir dönem oldu benim için. Onun dışındaki bütün hayatım şimdi olduğu gibi futbolla geçiyor.
Sürekli aynı şeye konsantre olduğunuz zaman körleşme olmuyor mu?
-Bu da var tabii. O yüzden zaman zaman arkadaşlarımızla başka sohbetlerimiz de oluyor. Ama şunu söylemek isterim. Konya'nın hem bana hem de ekibimize büyük katkısı oldu. 'Ortam buysa, ne yapabiliriz!' durumu oluştu. İşe yoğunlaşmamız arttı.
Aile hayatınızı çok bilmiyoruz. Eşiniz, çocuklarınız da Konya'da sizinle mi kalıyor?
-Eşim İstanbul'da, çocuklar yurtdışında, Londra'da. Haftada bir İstanbul'a gidip geliyorum. Göreve geldikten sonra neredeyse hiç Londra'ya gidemedim. Ama İstanbul'a her hafta gitmek için zorluyorum. Maç trafiği yoğun olduğu zamanlarda akşam gidip sabah dönüyorum. Bir şekilde o yüzleri görmek, havayı koklamak iyi geliyor. Bunlar ihtiyaç oluyor.
Konyaspor'un stadı artık tüm maçlarda doluyor. Taraftarın bu heyecanı sizi nasıl etkiliyor?
-Hakikaten özellikle Türkiye ortamında bakıldığı zaman stat biçimsel olarak çok güzel. Ama bunun da ötesinde doluyor. Ama önemli olan dolduran insanların davranışları ve sahaya verdikleri. Dolduran taraftarlar uzun zamandır rakiple çok fazla uğraşmıyorlar, bu çok önemli ve güzel bir davranış şekli. Statta öfke, şiddet ve gerilim hali olmayınca oyunculara da güzel yansıyor. Bu ne kadar sürer bilmiyorum, kalıcı olur mu onu da bilmiyorum. Ama bunun futbola büyük katkı sağladığını düşünüyorum.
Taraftarların rakiple uğraşmamasında sizin de payınız var gibi. Gollerden sonra yaşadığınız sevinç son derece sakin.
-Benim genel yapım bu. Mesleki olarak da böyle olması gerekiyor. Antrenör olarak bizim mesleğimizin özünde durumu yönetmek var. Takımı, oyuncuları ve durumu yönetmek... Bunu yaparken de sevinçleri ve üzüntüleri aşırı dışa vurmamak gerekiyor. Sakin kalmak önemli. Bir taraftan benim halim de öyle zaten. Doğal halimden uzaklaşayım, dışına çıkayım, futbolun doğasına ayak sağlayayım diye bir çabam da yok. Atılan her golden sonra bir şeyler değişiyor. Aynı şekilde yediğiniz golden sonra da değişiyor. O anı iyi yönetmeniz gerekiyor. Bunu yönetmesi gereken antrenördür. Ve her durumda sakin kalmak gerekir. Sevinmek için maçtan sonra 15 dakikanız var. Sonrasında diğer maça konsantre olmaya başlıyorsunuz çünkü. Rakip kim, oyunculardan eksik var mı gibi konular başlıyor.
Futbolcuyken de böyle sakin bir yapınız var mıydı?
Kişisel olarak ben sakinlerdendim. Ama futbol çok sakin oynanan bir oyun değil. Adrenalinin olduğu bir spor. Elbette gençlikle birlikte bu adrenalin daha da etkili oluyor.
Genç futbolculara ne tavsiye verirdiniz?
Klişe, basmakalıp tavsiyeler var ama tek bir sihirli formülü yok. Yine de odaklanın ve çalışın derim. Sabahtan akşama kadar bu işle uğraşmazsanız başarılı olamazsınız. Odaklanmak, çok istemek ve mesai harcamak başarıya ulaşmak için gerekli.
Basında çıkan olumsuz eleştiriler sizi çok etkiler mi, üzer mi?
-Artık çok mu profesyonelleştim bilmiyorum ama üzüntüye ya da sevince çok fazla kapılmamaya çalışıyorum. Olayların beni etkilemesine izin vermemeye çalışıyorum. Üzüntümü de elimden geldiğince kontrol ediyorum.
Torku Konyaspor 29. haftaya üçüncü olarak girdi. Taraftar çok heyecanlı, sizin hedefinizde ne yatıyor?
-Üçüncülük sezon başında beklediğimiz bir durum değil. Bu durumla karşılaştık. Meslek hayatımda bunlarla karşılaştım. Ama Konya bununla karşılaşmamış. Bu durumu nasıl kontrol edebiliriz diye çok çaba sarf ediyoruz. Şu anda en zor şey bunu korumak. Son iki maç, Gençlerbirliği ve Fenerbahçe maçları bunu koruyabileceğimiz yolunda bize büyük bir rüzgar, güç verdi. Şimdi bunu son altı haftaya nasıl taşıyabileceğimiz üzerine çalışıyoruz.
Taraftarlar Çarşamba günü Fenerbahçe ile oynayacağınız Türkiye Kupası'na ve lig üçüncülüğüne kilitlenmiş durumda.
-Şehrin, taraftarların bunu düşünmesi normal. Fenerbahçe ile aramızda az puan kaldı. Ama ben nereden nereye geldik, geldiğimiz yerdeki sorunlar ne ve bu sorunlarla nasıl baş edebiliriz, bunları düşünüyorum.
-Bir taraftan da Avrupa hayali var. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Avrupa bizim gibi kulüplerin hep hayalidir. Çok yakın gözüküyor bu hayal umarım rüyanın sonu iyi biter.
-Genelde sporcuların farklı uğurları, totemleri vardır. Sizin de var mı?
Yaptığımız işte 100 faktör varsa bunun sadece 15-20 tanesini kontrol edebiliriz. Dolayısıyla bilmediğimiz 70-80 tane daha faktör var. Bu nedenle futbolcuların ve antrenörlerin kendine ait yaptığı bazı totemler, davranışlar vardır. 'Yok' diyen çok çok azdır. Dolayısıyla benim de iyi giden işlerden önce yaptığım bazı davranışlar var. Çünkü bizim dışımızda seyreden o kadar çok şey var ki! Buna şans mı, kader mi, rastlantı mı diyoruz bilmiyorum ama bilmediğimiz bazı şeyler var. Ve binlerce yıldır insanlar o bilmediğimiz şeyleri korumak için bir takım şeyler yapmışlar. Bugün hepimiz de yapmaya devam ediyoruz. Futbolda uğur, totem denemeleri çoktur. Benim de var ama ne olduğunu söylemeyeyim.